Film ve reklam dünyası dijitalleşiyor, bu dönüşümle birlikte sanat yönetmenlerinin rolleri de değişiyor. Görsel tasarım, dijital medya ve baskı teknikleri konusunda uzmanlaşan Hande Değirmenci, geleneksel baskı sanatlarından dijital çağa geçişle birlikte sanat yönetmenlerinin işlevlerinin nasıl evrildiğini açıkladı. Sanat yönetmenlerinin artık duyusal mühendisler olduklarına dikkat çekti.
Dijitalleşme sinema ve reklam dünyasını seyirciler için benzersiz bir deneyim alanına dönüştürürken, sektör çalışanlarının rolleri de teknolojiyle birlikte değişiyor. Dijital medya ve baskı teknikleri konusunda uzmanlaşan Hande Değirmenci, dijital teknolojilerin ve yapay zekanın yaratıcılık ve hareket özgürlüğü sağlaması ile sanat yönetmenlerinin rollerinin, geleneksel baskı sanatlarından dijital çağa nasıl evrildiğini açıkladı.
“Projelere güçlü bir görsel kimlik kazandırır”
Fortune 500 şirketleri arasındaki Loyalty Brand Marketing’te grafik tasarımcı olarak görev yapan ve Arrhythmia adlı bağımsız sanat dergisinin yanı sıra İstanbul Uluslararası Deneysel Film Festivali’nin kurucu üyelerinden biri olan Hande Değirmenci, sanat yönetmenliğinin kapsamını şöyle tanımlıyor:
“Sanat yönetmeni, bir projenin genel görsel estetiğini, yaratıcı konseptini ve atmosferini belirleyen uzmandır. Sinema, televizyon, tiyatro, grafik tasarım, dijital medya, reklamcılık ve basılı yayıncılık gibi birçok alanda kritik rol oynar. Renk paletlerinden mekan tasarımına, ışıklandırmadan dekor ve kostüm seçimlerine kadar görsel bütünlüğü sağlarken; grafik tasarım ve dijital medyada marka kimliği, reklam kampanyaları ve arayüz tasarımlarını yönetir, basılı yayıncılıkta ise sayfa düzeni, illüstrasyon ve baskı tekniklerine odaklanır. Sanat yönetmeni, teknik bilgi ve sanatsal vizyonu bir araya getirerek projelere güçlü bir görsel kimlik kazandırır.”
“Teknoloji modern bir boyut kazandırdı”
Sanat yönetmenliğinin tarihsel gelişimini ele alırken 19. yüzyıl tiyatrosunun sahne tasarımlarından Art Deco’nun sinema ve grafik tasarımdaki zarif, geometrik formlarına kadar uzanan bir geçmişin bu alanı nasıl şekillendirdiğini vurgulayan Hande Değirmenci, “Geçmişte görsel üretim, elle çizilmiş illüstrasyonlar, litografi ve gravür gibi geleneksel tekniklerle gerçekleştirilirken 20. yüzyılda sanat yönetmenliği, özellikle sinema ve televizyonun yükselişiyle büyük bir evrim geçirdi. Art Deco’nun simetrik tasarımları, Bauhaus’un işlevsel estetiği, Pop Art’ın çarpıcı renk kullanımı ve minimalizmin sadeleşen yaklaşımı, sanat yönetmenlerinin görsel anlayışını derinden etkiledi. Dijital devrimle birlikte, 3D modelleme, CGI, vektörel tasarım araçları ve etkileşimli medya gibi yenilikçi teknolojiler, sanat yönetmenlerine daha geniş imkanlar sunarak projelere modern bir boyut kazandırdı” dedi.
Geçmişte Sanat Yönetmenliği: El işi ve fiziksel üretim
Sanat yönetmenliğinin sinemada görsel kimlik oluşturma süreci, çekimlerin planlanması ve setin yaratılması gibi önemli sorumlulukları kapsadığına dikkat çeken Hande Değirmenci, “Günümüzde LED ekranlarla oluşturulan sanal ortamlar, CGI teknolojisi ve artırılmış gerçeklik (AR) gibi gelişmeler, bu geleneksel yaklaşımları kökten değiştirerek projelere yeni boyutlar kazandırıyor. The Mandalorian dizisinde kullanılan StageCraft teknolojisi gibi devrim niteliğindeki yenilikler, geleneksel yeşil perde yönteminin yerine dev LED ekranlarla sanal setler oluşturarak sanat yönetmenlerinin sahneleri anında görselleştirmesine olanak tanıyor. Bu dijitalleşme, prodüksiyonları milyonlarca dolarlık mekan inşalarından ve post-prodüksiyon sürecine bırakılan pahalı hatalardan kurtarırken, hareket yakalama teknolojisi (motion capture) aktörlerin performanslarını 3D modellemeyle doğrudan sanal ortama aktarılmasını mümkün kılıyor. Ayrıca, yapay zeka destekli tasarım araçlarıyla saniyeler içinde posterler, konsept çizimler ve hatta tam görsel kimlikler yaratılabiliyor. Dijital simülasyonlar ve sanal gerçeklik teknolojileri, moda endüstrisinden film setlerine kadar geniş bir kullanım alanı bulurken, sanat yönetmenlerine zaman veya bütçe kısıtlamalarına bağlı kalmaksızın daha özgün ve esnek tasarımlar yaratma fırsatı sunuyor” diyerek sözlerine şunları ekledi:
“Dijital tasarım araçları bize sınırsız olanaklar sunsa da, aynı zamanda yaratıcılığı körleştirici bir potansiyel barındırıyor olması önemli bir tartışma konusu. Sanatçılar, bir yandan teknolojiye bağımlı hale gelirken, diğer taraftan fiziksel, elle yapılan tasarımlar gibi daha duygusal süreçlerden uzaklaşabiliyorlar. Geleneksel yöntemlerin öğrettiği inceliklerin eksikliğiyle sanatçının da pasif bir tüketiciye dönüşme ihtimali endişe yaratıyor. Öte yandan projelerde görsel unsurların bir araya getirilmesi, sanatsal bir deneme yanılma süreci gibi her detayı keşfederek ve hatalardan öğrenerek bir bütün haline geliyor. Ancak dijital araçlarla bu sürecin otomatikleşmesi sanatçının bu hataları kucaklama ve onlardan öğrenme şansını kısıtlıyor. Dijital mükemmeliyetçilik ve yapay zeka, sanatın özündeki ‘hata’yı silerek yaratıcılığı sterilize etme riski taşıyor. Bu da sanatı bir algoritmanın sınırlarına hapseden dijital bir kalıba dönüştürme tehlikesi yaratıyor.
“Günümüzde sanat yönetmeliği adeta bir dijital duyusal mühendislik”
Hande Değirmenci, “Günümüzde sanat yönetmenliği yalnızca estetik bir tasarım süreci değil, aynı zamanda bir tür duyusal mühendislik haline geldi. Artık bir sanat yönetmeni, estetik bir görüntü yaratmakla kalmıyor, izleyiciyi etkileşimli bir deneyime dahil etmek için dijital medyanın sunduğu sonsuz olanakları kullanarak, duygusal ve düşünsel düzeyde bir bağ kurma sorumluluğunu taşıyor. Bu, estetik anlayışın ötesinde, duygu ve düşünceyi şekillendiren bir “hibrit” sanat formuna dönüşüyor. Gelecekte, bu meslek daha da dijitalleşerek teknolojik yeniliklerle şekillenecek. Sanat yönetmenlerinin rolü kullanıcı deneyimini ve dijital stratejileri birleştirerek dinamik bir yaratıcı süreç yönetmek olacak” şeklinde konuşarak değerlendirmelerine şu eklemeleri yaptı:
“Sanat yönetmenliği, yalnızca bir projenin görsel estetiğini oluşturmakla kalmıyor. Aynı zamanda izleyicinin sanatla kurduğu deneyimi ve etkileşimi de şekillendiriyor. Günümüzde sanat eserlerinin dijital ortamda hızla tüketilir hale gelmesi, telefon ve bilgisayar ekranları aracılığıyla deneyimlenmesiyle eserle izleyici arasındaki fiziksel ve duygusal bağ giderek zayıflıyor. Bu dönüşüm, sanat yönetmenlerinin mekan, ışık ve ölçek gibi unsurlarla oluşturduğu atmosferin dijital düzlemde eksilerek eserin etkisini azaltmasına neden oluyor. Sanatın özgün deneyiminden uzaklaşarak hızla tüketilen bir görsel veri akışına dönüşmesi ve metalaşması tehlikesi, böylece daha da belirginleşiyor. Bu da sanat yönetmenliği açısından yeni zorluklar ve sorumluluklar ortaya çıkarıyor.”
“Dijitalleşme, yeteneği geride bırakarak pazar dostu bir yapı doğuruyor”
Dijitalleşmenin sunduğu olanakların, sanatçının yaratıcılığını ve hayal gücünü köreltme riskini de beraberinde getirdiğine dikkat çeken Hande Değirmenci, değerlendirmelerini “Sanat yönetmenliğinin dijital teknolojilerle olan etkileşimi arttıkça özgün yaratıcı süreçlerin yerini, ‘pazar dostu’ ve hızlı tüketime yönelik bir biçim alıyor. Ancak dijital çağda sanat yönetmenlerinin işi daha da zor ve yaratıcı bakış açıları artık daha çok ticari kaygılarla şekilleniyor. Sanat yönetmenliği, geleneksel baskı tekniklerinden dijital duyusal mühendisliğe evrilirken bu sürecin merkezinde yaratıcı özgünlüğü koruma mücadelesi yer alıyor. Gerçek sanat, her zaman insan elinin titremesinde, dokunuşunda ve yaratıcı sezgisinde atmaya devam edecek” sözleriyle sonlandırdırırken kendi kariyer yolcuğu hakkında da bilgiler paylaştı.
Buna göre Hande Değirmenci, Mon Tissu Préféré (Cannes Film Festivali – Palm d’Or Resmi Seçkisi), El Değmemiş Aşk (BKM) ve Bir Başkadır (Netflix) gibi prestijli yapımlarda görev aldı. Knives Out gibi büyük yapımların Türkiye’deki pazarlama kampanyalarında sanat yönetmenliği yaparak uluslararası projelere katkıda bulundu. After Party, House of Enigma, Astronomical Units ve Weight gibi projelerde önemli görevler edindi. Sanat eserlerini Artsy gibi uluslararası platformlarda satışa sundu. Amerikalı sanatçı Roan Hesse ile disiplinlerarası sanat projeleri üretirken sanat yönetmenliğini üstlendiği Arrhythmia Magazine ile deneysel sanatçılar için uluslararası bir platform yarattı. İstanbul Uluslararası Deneysel Film Festivali’nin kurucu ekibinde yer alarak festivalin sanat yönetmenliğini üstlendi. Hollanda Konsolosluğu, İtalya Kültür Merkezi ve Güney Kaliforniya Üniversitesi gibi kurumlarla işbirlikleri kurarak festivalin uluslararası görünürlüğünü güçlendirdi. 2023’te ABD’nın köklü ve saygın tasarım dergilerinden Graphic Design USA’da (GDUSA) yer alma fırsatı yakaladı ve geleceğin en dikkat çeken 50 tasarımcısından biri olarak seçildi.