Dünyanın en büyük iki müzayede evi kasım ayında yaptıkları açıklamada, sonbahardaki müzayedelerde birkaç gün içinde 2 milyar doları aşkın bir değere sahip çağdaş sanat eserleri sattıklarını açıklamışlardı. Andy Warhol, Mark Rothko, Alberto Giacometti ve diğerlerinin eserleri, modern ve çağdaş sanatın fiyatlarını bir zamanlar eski klasiklerle sınırlı stratosfere sokmayı başarmıştı. Dom Pérignon, Sotheby’s ve Christie’s’in elit suitlerinde su gibi akıyordu.
Rekor müzayedelerin üzerinden bir aydan daha kısa bir süre geçmişken, her iki şirketin CEO’su görevlerinden ayrıldıklarını açıkladı. Francis Bacon adına neler olup bitiyordu? Görünüşte baş döndürücü satış rakamlarının arka planında, müzayede evlerinin ortaya koyduğu mali tabloyla ilgili gerçekler çok farklı.
Buna sanat dünyasının paradoksu diyebiliriz: Piyasalar sevinçli, nakit para akışı muazzam ve Sotheby’s ile Christie’s’in Fransız kol düğmeli, şık takım elbiseli yöneticileri pazar payı konusunda birbirlerine hodri meydan deyip, kılıçları çekiyorlar.
Ancak bu iki rakibin kılıçlarını birbirlerinin bacaklarına batırırken aynı zamanda kendilerini de yaraladıkları görülüyor. Kanıt ise şu: Sotheby’s geçen yıl satış gelirinde yüzde 6 artışa tanık olurken, kârı ise yüzde 9 oranında azaldı. Christie’s borsaya açık değil -kazancının artışta olduğunu ısrarla vurguluyor- ancak geçen yıl sızan bazı rakamlara göre, trend Sotheby’s’inkine oldukça benziyor.
Pek çok endüstride satışlar arttığında aracı kişiler yani komisyoncular para basar. Ancak sekiz/dokuz sıfırlı fiyatları olan resim ve heykellerin dünyasında durum pek böyle değil. Christie’s Financial Services’ın eski işletme sorumlusu ve halen sanat danışmanlığı şirketi Artvest Partners’ın başkanı Michael Plummer, “Sanatta fiyatlar arttıkça ve pazar büyüdükçe, marjlarda tersine bir yöneliş oluyor” diyor.
Önemli bir tehlikeye yol açabilecek potansiyel bir suçlu var: Garantiler. Sotheby’s ve Christie’s pazar payı, prestij ve gelecekte yapılacak işler konusunda o kadar istekli ki önemli sanat eserlerini müzayedeye koyabilme haklarını elde edebilmek için çok cazip teşvikler sunmaya başladılar. Uyanık satıcılar bu iki müzayede evini birbirleriyle yarıştırıp, sanat yapıtının satılmaması halinde bile müzayede evlerinin minimum bir fiyat ödeyeceğine dair söz alıyor.
Sotheby’s ile Christie’s arasında garanti verme konusundaki yarış, müzayede sırasında meydana gelenden çok daha kıran kırana. Nitekim bir dizi açık artırmada, müzayede evleri mega satışlardan çok küçük çaplı ücretler elde ettiler. Örneğin, Jeff Koons’un “Balon Köpek (Turuncu)” adlı tablosu 2013 yılında 52 milyon dolardan satışa sunulduğunda, çağdaş bir sanat eseri için rekor bir fiyat olarak lanse edilmişti.
Mitchell-Innes & Nash galerisinin ortak kurucusu olmadan önce Sotheby’s’in tepe yöneticilerinden olan David Nash, “Sanırım pazarda son derece kritik bir aşamadayız” diyor. “Sotheby’s ile Christie’s arasında birbirinden mal kapmak için amansız rekabetin sürüp sürmeyeceğini görmek ilginç olacak” diyor.
Yazının ilerleyen bölümlerinde de anlaşılacağı gibi, garantiler tam anlamıyla bir risk oluşturabilir. Bazen eserler satılmıyor ya da müzayede asgari fiyata ulaşmıyor ve bu durumda, her iki müzayede evi de ellerinde milyonlarca dolarlık sanat eserleriyle kala kalıyorlar. Bir sonraki aşamada piyasa sallantıya girerse, Sotheby’s ve Christie’s ağır bir bedel ödemek zorunda kalabilir.
SOTHEBY’S İLE CHRISTIE’S arasındaki rekabet iş dünyası tarihindeki en uzunu olabilir. Sonuç olarak, Christie’s Londra’da kurulduğunda, Kral George II hâlâ tahttaydı ve Atlantik’in öte yanındaki kolonyalistleri dize getirebileceğini umuyordu. Gelecek yıl, iki müzayede evi rekabetinin 250’inci yılını kutlayacak; bu durum biraz Coke ile Pepsi arasında süregelen mücadeleye benzetilebilir. Sotheby’s ve Christie’s kendi alemlerinin devleri; ikisi dünyada müzayededen elde edilen gelirin yüzde 55,3’ünü kontrol ediyor.
Geçmiş yıllarda, iki rakibin baltaları gömme kararı almasının sonucu ise felaket olmuştu: 1990’lı yılların ortalarında Christie’s ve Sotheby’s komisyon oranlarını artırmak için uzlaşmaya varmakla suçlanmıştı. 2000 yılında, Sotheby’s fiyatları sabitlediği için yasalar önünde suçlu bulunurken, Christie’s de tanık olarak dinlenmişti. Sotheby’s’in yöneticisi Sir Anthony Tennant da suçlandı ancak ABD’ye gitmeyi reddetti; hiçbir davaya, yargılamaya maruz kalmadan birkaç yıl sonra öldü. İki müzayede evi müşterilerine toplamda 512 milyon dolar tazminat ödeyerek anlaşma yoluna gitti.
Bu dava iki müzayede evini hâlâ bugüne kadar etkiliyor, ikisini de gelir elde etmek için farklı yollar denemeye zorluyor. Bu durum zaten uyguladıkları bir yöntem olan garantilerin kullanımını hızlandırdı. Asgari satış fiyatını karşılamak için garanti vermek suretiyle risk alırken, her iki müzayede evi aynı zamanda fırsat da yakalamış olacaktı; buna göre, eser için garanti verilen asgari fiyat üzerinden satışta, miktara göre yüzde komisyon alacaktı.
Ancak bu garanti stratejisi 2008 yılında geri tepti. Müzayede evleri çok fazla vaatlerde bulunmuş ama buna karşılık çok az şey kazanabilmişlerdi. Mali krizin en karanlık günlerinde, Sotheby’s ve Christie’s’in elinde milyonlarca dolarlık satılmamış mal kalmıştı. Sotheby’s 2008 yılında garantiler yüzünden 78 milyon dolar kaybederken, bu da yıllık kârının dörtte üçünü silmiş oldu. CEO William Ruprecht “en azından bir süreliğine garanti işi dışında kalacaklarını” söylemek zorunda kaldı.
Gerçekten de “bir süreliğine” var olan bir durum söz konusuydu. Nitekim sanat eseri fiyatları katlanırken, garantilerde de aynı şekilde artış oldu. Son yıllarda, Christie’s pazar payını artıran ve pahalı taahhütlerde bulunan daha agresif bir oyuncu olarak görülmeye başlandı. Halen hızla büyüyen çağdaş sanat pazarının yüzde 55’ini elinde tutarken, başlıca rakibinin pazar payı ise yüzde 36. Sotheby’s aradaki farkı kapatma telaşında.
Sotheby’s’in hisseleri borsada işlem gördüğünden, mali yapısı çok sıkı mercek altında. En büyük hissedarı olan Third Point’in CEO’su Dan Loeb özellikle sesi yüksek çıkan bir isim. Aktivist hedge fon yatırımcısı 2013 yılında değişim için harekete geçtiğinde Sotheby’s’i, “acil restorasyona ihtiyacı olan eski bir sanat başyapıtı” olarak tanımlamıştı. “Düşük pazar payının Christie’s’in ekonomik olmayan, av peşindeki şahin tavırlarından kaynaklandığı” savını ise reddetmişti. Loeb yazısında, marjlar konusunda en agresif rekabeti, “sıklıkla satıcının komisyonunu düşürmek ve bazı durumlarda da, alıcının ödediği paranın büyük bir kısmını müzayedeye konan eserlerin sahibine vermek suretiyle Sotheby’s’in sergilediğine” dikkat çekti.
Loeb ve iki müttefiki mayıs ayında yönetim kurulunda sandalye sahibi oldu. O zamandan beri de kamuoyu önünde Sotheby’s hakkında çok fazla konuşmamayı tercih etti ve şimdiye kadar da, şirket üzerinde etkili bir varlık gösterdiği söylenemez.
Aslında geçen mart ayında bildirilen Sotheby’s’in 2014 yılı rakamlarında Dan Loeb gibilerini sinirlendirecek çok şey var. Sanat piyasasındaki destansı patlamaya rağmen şirketin kârı 2007 yılındaki zirve değerinin ancak yarısına ulaşabildi. Bu tabloda bir ölçüm değeri ise son derece kaygı vericiydi: Müzayede satışlarında Sotheby’sin elde ettiği yüzdelik olan “komisyon marjları”. Bu rakam 2011 yılında yüzde 16,5’ken, 2014 yılında yüzde 14,7’ye geriledi. Bu marjlar en son mali krizin hemen öncesinde bu seviyelere düşmüştü. Sotheby’s’in 2014 yılı mali sonuçlarını tartışmak üzere hissedarlarla yaptığı toplantıda, mali işler sorumlusu Patrick McClymont marjların “değeri yüksek eserleri müzayedeye çekebilmeyi amaçlayan rekabetçi koşullar” sonucu gerilediğini itiraf etmişti.
Fransız lüks tüketim ürünleri kralı François Pinault’ya ait olan Christie’s satış rakamları dışında mali tablosuyla ilgili fazla ayrıntı vermeyen bir kuruluş. (2014 yılındaki 8,4 milyar dolar tutarındaki satış geliri bir önceki yıla göre yüzde 17’lik bir artışa işaret ediyor.) Geçen yıl Christie’s’in holding şirketinin gelirinin Wall Street Journal’da yayımlanmasının ardından nadiren açıklanan kâr rakamları tablonun sanılandan daha az pembe olduğunu ortaya koydu. Christie’s’in 2012 yılında 5,3 milyar dolar olan müzayede satışları 2013 yılında 5,9 milyar dolara çıktı ancak kârı 153 milyon dolardan 123 milyon dolara geriledi. Komisyon marjları ise Sotheby’s’inkiden daha da kötü bir performans sergileyerek yüzde 15,2’den yüzde 10,7’ye geriledi.
Müzayede evinin duayenleri pazar payı arayışının bazen irrasyonel boyutlara varabildiğini kabul ediyor. Eski bir yönetici, “Bazen ‘sadece kazanalım’ dediğimiz zamanlar olduğu doğru” diyor. Rekabeti daha da kızıştırmak için koleksiyonerler, aracılar ve uluslararası finansörler de gittikçe artan bir şekilde garanti sunuyor. Teorik olarak bu, müzayede evleri için bir güvenlik supabı sunarak, risklerini azaltmalarını sağlayabilir. Ancak yakıcı bir pazar gerçeğinde, müzayede evlerinin pahalı vaatlerde bulunmalarının baskısını artırmaktan başka bir şeye yaramıyor. Sonbaharda yapılan müzayedelerde Sotheby’s ve Christie’s’de önemli gecelerde yapılan satışların yüzde 45 kadarına müzayede evi ya da yatırımcı tarafından garanti verilmişti.
Öte yandan, eser sahiplerini cezbetmeye yönelik harcamalar da arttı. Satıcılar bir zamanlar bir sanat eserinin müzayede kataloğunun kapağında yer alıp almayacağı ve görece küçük çaplı harcamalarla ilgili olarak müzayede evleriyle kıran kırana pazarlık ederken, şimdi ise Sotheby’s ve Christie’s rutin olarak debdebeli pazarlama kampanyalarına ve eserlerin satış öncesi sergilemelerine para saçmaktan çekinmiyor.
Hatta gelirlerinin özünü oluşturan iki temel ücrette bile taviz vermekten geri durmuyorlar. Müzayede evleri (Loebe’nin de belirttiği gibi) halen satıcıdan aldıkları komisyondan bile vazgeçip, bazen satıcıya “alıcının yüzdesi”nden yani karşı tarafın ödediği miktardan bir bölümünü bile aktarabiliyor. Böylece sekiz, dokuz sıfırlı fiyatlar birdenbire o kadar da cazip gözükmemeye başlıyor.
Artvest’in 2013 yılında yaptığı sunumda şöyle deniliyordu: “Christie’s kısa süre önce sanat eserinin sahibine satış fiyatının yüzde 115’ini teklif etmek suretiyle sırf pazar payı ve prestij için bu tür bir anlaşmaya imza attı.”
Ya da Giacometti’nin “El Arabası” adlı eserinin kasım ayındaki satışını ele alalım. Sotheby’s “20. Yüzyıl sanatının kesin başarılarından biri” olarak tanımladığı eserin 100 milyon doların üzerinde satış geliriyle rekor kıracağı tahmininde bulunmuştu. Müzayede evi heykelin sahibi olan Yunan armatör varisi Alexander Goulandris’e asgari bir fiyat ödeneceğini söyledi. Ancak bu rekor fiyat tahmini tutmadı. Bronz heykele yalnızca bir talip çıktı; bu şahıs, esere 90 milyon dolar (artı 11 milyon dolar alıcı komisyonu) ödeyen hedge fon milyarderi Steve Cohen’di. Giacometti’nin eseri şimdiye kadar bir müzayedede satılan en pahalı heykellerden biri olarak görülse de, müzayede evi bu anlaşmada yüzlerce milyon dolar zarar etti.
Garanti sistemini eleştirenler bu yöntemin şeffaflıktan yoksun olduğunu ve çıkar çatışması, adam kayırma ve içerden bilgi sızdırma gibi nahoş durumların yaşanabileceği bir mayın tarlası yarattığını ifade ediyorlar. Müzayede evi garanti olup olmadığını ifşa etmek zorunda ancak garantiyi veren kişinin adını ya da meblağı belirtmekle yükümlü değil. Bu opaklık garantörlerle, potansiyel alıcılar tarafından bilinmeyen kimlikleriyle ilgili masalları beslerken, her kesimin de çıkarı olan fiyatlarda artış meydana geliyor.
Sotheby’s’in çağdaş sanat eş başkanı Alexander Rotter ise herhangi bir sırdan bahsedilemeyeceğini kaydediyor. “Bizler halka açık bir şirketiz” diyor. “Müzayedeler de halka açık yapılan bir şey. Birisi bir tablo için 5 milyon dolar teklif ettiğinde, teklif edilen miktar, ödenecek olan para ortada, net. Özel pazardan (private market) çok daha şeffaf.”
Rotter’ın Christie’s’deki muadili olan Brett Gorvy de aynı derecede kayıtsız. “Ortada sır falan yok” diyor. Ona göre, eğer bir opaklık algısı varsa bu müzayede eviyle satıcı arasında, satıcıyı korumak için uygulamaya konan gizlilik anlaşmasından kaynaklanıyor. “Alıcının mantalitesini etkilemiyor” diyor; “Bu, satıcıyla müzayede evi arasındaki özel bir anlaşma. Eserin fiyatının belirlenmesiyle ilgili bir şey değil.”
Sotheby’s ve Christie’s’in garanti kullanımında geri adım atmaya niyeti olmadığı belli ve bu sistem şirketin mali yapısına önemli katkıda bulunuyor. Sanat eseri fiyatlarındaki artış Sotheby’s’in göründüğünden daha büyük olduğu izlenimini yaratabilir. Evet, şirket geçen yıl 6,7 milyar dolarlık bir satışı yönetti ama aslında satış geliri sadece 938 milyon dolar olarak gerçekleşti.
Kasım ayındaki satışlardan hemen önce, Sotheby’s 170 milyon dolar tutarında garanti vermişti. Finansal kayıtlara göre, şirket müzayede garantilerinin üst sınırını 300 milyon dolardan 600 milyon dolara çıkardı. Bir kıyaslama yapmak gerekirse, S&P Capital IQ’ye göre, Sotheby’s geçen yıl 116 milyon dolar tutarında kâr elde etti ve 2014 yılı sonu itibariyle de 420 milyon dolar tutarında nakdi ve eşdeğer varlığı vardı.
Sotheby’s’in mali durumunu anlatan ikinci bir ölçüm unsuru daha var: “Envanter”inin değeri, satılmayan, garanti verilmiş eserler. Bu rakam 2012 yılında 32 milyon dolarken geçen yıl 158 milyon dolara yükseldi. Bir şey açık artırmada satılmıyorsa, artık değersiz sayılır. Bunun sonucunda da, ya yıllarca piyasadan uzak tutulur ya da fiyatında ciddi bir indirime gidilerek, gizli bir şekilde elden çıkarılır. Her iki durumda da eserin fiyatında kan kaybı olur.
İki müzayede evi de fiyat taahhütlerinde önemli riskler olmadığını söylüyor. Şirketin sözcülerinden biri, “Sotheby’s garantiler konusunda stratejik ve temkinli davranır; bir sanat eseriyle ilgili olarak ancak kendimizi güçlü hissettiğimizde ve bunu satabilecek beceriye sahip olduğumuza inandığımıza garanti veririz” diyor; “Bu yıl da bu durum devam edecek.” Christie’s’den Gorvy de şunları söylüyor: “Bizler risk alırken hesaplıyoruz… Gözümüz kapalı, kumar oynamıyoruz. Gorvy’ye göre, ”Koon’un ‘Balon Köpek’ adlı yapıtı gibi garantili, yüksek değere sahip eserler kendi başına kâr üretemez ama müzayede evine başka eserler için alıcıları çekmek suretiyle müzayedenin genelini kârlı hale getirir. Christie’s’in sözcüsü de kataloglarının hangi sanat eserlerinin “asgari fiyat garantisine tabi oldukları ya da şirketin mali çıkarı” konusunda potansiyel alıcıları harekete geçirdiğini belirtiyor.
Her iki müzayede evi de düşüşte olan kâr marjları sorununu ele almış durumda. Christie’s yeni bir yüzde 2’lik “başarı ücreti” uygulamaya başladı; bu oran sanat eserlerinin en yüksek tahmini fiyatı aşması halinde satıcılara faturalandırılıyor. Sotheby’s şubat ayında alıcılar için komisyon oranlarını artırdı (örneğin eskiden olduğu gibi ilk 100 bin dolara değil de, ilk ödenen 200 bin dolara yüzde 25’lik bir oran uygulamaya başladı.) Ancak bunlar uzun vadeli bir strateji olarak değil, günü kurtarmaya yönelik adımlar olarak görülüyor.
İki buçuk asır süren rekabetin ardından bu iki ezeli rakipten biri nihayet pazar payı için kıran kırana savaşmaktan vazgeçip, kâra odaklanmaya başlayacak mı? Eski bir deyişin işaret ettiği gibi, soru aynı zamanda yanıtı da içeriyor. Görünüşe göre, şimdilik ikisi de garanti oyununu oynamayı sürdürecek; Artvest’ten Plummer bu durumu “evi ipotekleyip, Las Vegas’a gitmeye benzetiyor.” Kendisinin ifade ettiği gibi, “Pazarla ilgili akıllıca, bilgiye dayalı tahminlerde bulunabilirsiniz. Ama bu durum, daha büyük çaplı makroekonomik dünyada meydana gelebilecek ani ve beklenmedik şeyleri hesaba katmaz.” Halen milyarder sanat eseri alıcıları Rusya (ambargo, değer kaybeden para birimi) ve Çin (yavaşlayan ekonomi) gibi ülkelerden geliyor. Sanat piyasasındaki en son dip yedi yıl önce yaşanmıştı. Bazen geçmişi yüzyıllara dayanan şirketler bile tarihi unutabiliyor.
2014’TEKİ EN PAHALI BEŞ SATIŞ (Komisyonlar dahil)
90 MİLYON DOLAR
1- ALBERTO GIACOMETTI
“Tekerlekli araba”
Sothbey’s
75 MİLYON DOLAR
2- BARNETT NEWMAN
“Siyah Ateş”
Christie’s
73 MİLYON DOLAR
3- ANDY WARHOL
“Üçlü Elvis (Ferus Type)”
Christie’s
72 MİLYON DOLAR
4- FRANCIS BACON
“John Edwards’ın Portresi için Üç Çalışma”
Christie’s
63 MİLYON DOLAR
AMEDEO MODIGLIANI
“Kafa”
Sotheby’s