Cemal Süreya’nın naşını aldık, Şişli Camii’nin önünden cenaze arabasına koyduk. Hani o arabalarda cenaze kime aitse, ismi yazılı olan bir tabela vardır. Bir baktım, orada ‘Cemal Süreyya’ yazıyor, iki Y’yle… Tashih var!!! Ya hoca gidiyor ve son tabelada tashih var!
Cemal Süreya’nın naşının Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin morgunda olduğunu duyunca hemen soluğu orada aldım. Hatay Lokantası’nın sahibi Mehmet Ali Işık, Cemal Süreya’nın amcasının iki çocuğu ve oğlu Memo’dan başka kimse yoktu. Oysa bir gün önce gece evinde telefonlara hep ben bakmıştım. Herkes Hoca’nın nerde olduğunu, paraya ihtiyacımız olup olmadığını sorup, mutlaka geleceğini söylemişti. Ben Numune Hastanesi’nin morguna gittiğimde bir kalabalıkla karşılaşacağımı umut ediyordum. En azından bir 25-30 kişi oluruz diyordum ama saydığım insanlar dışında kimse yoktu. Hatay Lokantası’nın sahibi Mehmet Ali Işık, maddi olarak gereken her şeyi üstlendi.
Cenaze arabası geldi. Cenaze arabasına Cemal Süreya’yı koyacağız. Çünkü cenaze bir gün sonra Şişli Camii’nden kaldırılacak. Cenaze arabasına bindik. Ben önde, Cemal Süreya’nın oğlu Memo ve Mehmet Ali Işık arkada oturuyordu. Şoförün Numune Hastanesi’nden çıktıktan sonra güzergahı belli: Birinci köprüden, Ankara asfaltından karşıya geçecek, bizi Şişli’ye bırakacak. Yol güzergahına girmeden önce, bir anda aklıma Cemal Süreya’nın bir dizesi geldi. O da şu; Gömmeden önce biraz gezdirin beni… Şoföre dedim ki:
– Köprüye asfalttan gitmeyeceğiz,
– Nerden gidelim abi, başka hangi yol var?
– Harem’e gideceksin ama sahil yolundan gideceğiz!
– Abi, işimiz var. Daha başka cenazeler var, onları taşıyacağım.
Adamı zar zor razı ettik. Ve Harem’e doğru yola çıktık. Kız Kulesi’nin önünden geçtik. Cemal Süreya demişti ya hani bir şiirinde;
“Kız kulesinin düş getiren pay senetleri,
kısa günde kapış kapış gitti…”
Cemal Süreya’ya tarihi yarımadayı gösteriyorum. Martıları, vapurları, Kız Kulesi’ni… Üsküdar’a geldik. Ve Kuzguncuk’a doğru giderken dedim ki içimden; Kuzguncuk’tan geçerken hemen orada bir kahve var. Ve Can Yücel hep orada oturur. İster misin Can Yücel orada olsun… Eğer Can Yücel oradaysa arabayı durdurtacağım ve diyeceğim ki:
Hocam bak Cemal Süreya’yı gezdiriyoruz.
Kuzguncuk’a geldik, kahveye baktım. Can Yücel yok! Hemen içeriye doğru giren sokağa baktım, 70-80 metre ilerde Can Yücel elleri arkada yürüyordu. “Hocaam! Hocaam!” diye bağırdım. Şoföre “Dur!” dedim. “Duramam abi, cenazelere yetişeceğim” dedi. Durmadı… içimde uktedir. Demek ki biz birkaç saniye önce gelsek, Cemal Süreya’yı taşıyan cenaze arabasının önünden Can Yücel geçecekti. Hiç unutamam o anı…
Sonrası ertesi gün, namaz için Şişli Camii’ne gittik. Hocayı son yolculuğuna uğurlayacağız. Çok enteresan bir şey oldu: Hiç kimse bilmez bunu… Bir kadın geldi; siyah şapkalı, siyah paltolu… Çok şık ve çok güzel bir kadın… Filmlerden çıkmış gelmiş gibi… Cemal Süreya’nın kız kardeşi Perihan Hanım gidip onunla bir şeyler konuştu. Tanıyordu, dedim demek ki… Acaba akrabası mıydı? Gittim, sordum Perihan hanıma… Perihan hanım cevap verdi:
“Suna o…” dedi.
Suna, Cemal Süreya’nın ilk aşkı! Ve hatta belki de ‘Üvercinka’…
Cemal Süreya Üvercinka’nın kim olduğunu hiç söylemedi ya da bana söylemedi. Ama onun Suna’yı nasıl sevdiğini, Suna’nın hayatındaki yerini çok iyi biliyorum. Yıllardır hiç görüşmemişlerdi. Ama Suna kalktı, Cemal Süreya’nın son yolculuğunda onu yalnız bırakmadı, geldi… Cemal Süreya’nın naaşını aldık, Şişli Camii’nin önünden cenaze arabasına koyduk. Hani o arabalarda cenaze kime aitse, ismi yazılı olan bir tabela vardır. Bir baktım orada ‘Cemal Süreyya’ yazıyor, iki Y’yle… Tashih var!!! Ya hoca gidiyor ve son tabelada tashih var! Araba trafiğe çıktı, trafik sıkışık… Ben gerideyim ama görüyorum bir kadın koşuyor tabelaya doğru… Anladım durumu.. Yetiş, yetiş, dedim… Koştu, koştu… Ve son anda bir kadın parmak uçlarıyla ikinci Y’yi sildi… Ve araba trafiğe öyle çıktı, Cemal Süreya uzaklaştı… Cemal Süreya, “Öyle çirkin isim mi olur?” dediği, hiç sevmediği Kulaksız’daki, Kulaksız Mezarlığı’na gömüldü. Hocam derdim ona önceden, sohbetlerimizde; “Van Gogh’u da oraya gömmek lazım.”
Gülerdik…
Cemal Süreya’nın bugüne kadar hiç kimseye anlatmadığım son yolculuğu Kulaksız’da işte böyle bitti…
Cemal Süreya kimdir?
1931’de Pülümür’de doğan ve Kürt-Kaza asıllı olan şair, çocukluğunun ilk yıllarını Erzincan şehrinde geçirdi. 1938’de Dersim İsyanı sonrasında ailesi Bilecik’e sürgün edildi. Bilecik’te ilkokula başladı ve İstanbul Beyoğlu’nda bitirdi. Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olup Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi maliye ve iktisat Bölümü’nü bitirdi. Maliye Bakanlığı’nda müfettiş yardımcılığı ve müfettişlik, darphane müdürlüğü, Kültür Bakanlığı’nda kültür yayınları danışma kurulu üyeliği, Orta Doğu İktisat Bankası yönetim kurulu üyeliği ve 25 yılı aşkın Türk Dil Kurumu üyeliği görevlerinde bulundu. Yayınevlerinde danışmanlık, ansiklopedilerde redaktörlük, çevirmenlik yaptı.
Ağustos 1960’tan itibaren yalnızca dört sayı çıkarabildiği Papirüs dergisini Haziran 1966- Mayıs 1970 arası 47, 1980-1981 arası iki sayı daha çıkardı. Pazar Postası, Yeditepe, Oluşum, Türkiye Yazıları, Politika, Yeni Ulus, Aydınlık, Saçak, Yazko Somut, 2000’e doğru gibi yayın organlarında şiir ve yazılarını yayımladı.
İkinci yeni hareketinin önde gelen şair ve kuramcılarından sayılan Cemal Süreya’nın ilk şiiri “Şarkısı Beyaz” Mülkiye dergisinin 8 Ocak 1953 tarihli sayısında yayımlanmıştır. Geleneğe karşı olmasına rağmen geleneği şiirinde en güzel kullanan şairlerden birisiydi. Kendine özgü söyleyiş biçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimi ile duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle ikinci yeni şiirinin en başarılı örneklerini verdi. Ölümünden sonra adına bir şiir ödülü kondu. 1997’de de Cemal Süreya arşivi yayımlandı.
Süreyya olan soyadını değiştirmesi
Süreya’nın üvey kızı Gonca Uslu’nun aktardığına göre iddiaya girmeyi çok seven şair arkadaşıyla bir telefon numarası üzerine iddiaya girmiş, kaybederse soyadındaki “y” harfinden birini sildireceğini söylemiş. İddiayı kaybetmiş ve Süreyya olan soyadını Süreya olarak değiştirmişti.
insanın başına ne gelirse
merakından gelir demiş eskiler
baktım olmuyor, ben seni merak edeyim,
sen de geliver
…
Bazen diyorum ki, “ne olacak söyle gitsin!”
Sonra diyorum ki, “söyleyince neolacak, sus bitsin…