1980’li ve 90’lı yıllarda Suudi Arabistan’ın zengin monarşisinin ve ülkenin önde gelen din adamlarının Afganistan’da, Bosna’da savaşan cihatçıları mali olarak destekledikleri bilinen bir gerçek. Şeriatla yönetilen ülkenin bu uluslararası cihat projesinin belli başlı patronları arasında geçen ay Suudi Arabistan’ın tahtına oturan Prens Salman Bin Abdülaziz el Saud da bulunuyordu.
Bu mücahitlerden bazıları daha sonra, 11 Eylül saldırılarıyla başta ABD’ye ve genel olarak dünyaya meydan okuyan El Kaide’yi oluşturdular; hatta Suudi Arabistan içinde bile bazı eylemler gerçekleştirdiler.
Hem Bush hem de Obama yönetimlerine göre, Suudi hükümeti hem ülke içinde El Kaide’yle mücadelede hem de geçen yıl IŞİD gibi köktendinci oluşumlara karşı oluşturulan Amerika’nın başı çektiği koalisyonda önemli bir ortak olduğunu gösterdi.
Bununla birlikte, Suudi Arabistan’ın 11 Eylül 2001 saldırılarının arifesinde bazı El Kaide mensuplarıyla işbirliği yapmış olduğu yönündeki kuşkular ortadan kalkmış değil.
Nitekim halen tutuklu, eski bir Kaide üyesi olan Zekeriya Musavi Suudi üst düzey yetkililerden birkaç önemli ismin terör grubuna bağışta bulunduğu ve hatta Washington’da görevli Suudi diplomatın Air Force One uçağını düşürmek için kendisiyle bir plan üzerinde konuştuğunu ileri sürünce dikkatler yeniden Suudi Arabistan’a çevrildi.
Suudi yetkililer her ne kadar Musavi’nin iddialarını “deli saçması” diyerek reddetseler ve El Kaide’nin kurucusu Usame Bin Ladin’in Suudi Arabistan vatandaşlığından çıkarılan bir rejim muhalifi olduğu bilinse de, Suudi yetkililerin tamamen masum olduğu inandırıcı gelmiyor.
Özellikle de, 11 Eylül 2001 saldırılarını soruşturan komisyonunun bazı üyeleri, bu olaylarla ilgili Suudi rolünün yeterince araştırılmadığı görüşünde. Daha kapsamlı anlatmak gerekirse, Suudi Arabistan’ın petrolden elde ettiği muazzam servetini, gerici ideolojisini yabancı ülkelere yaymaya çalışan ve hâlihazırda da Suriye, Libya’da savaşan militanları desteklemek üzere kullandığı biliniyor.
Öte yandan, şimdiki köktendinci oluşumların temelinin de zaten 1980’lerde Sovyetler’e karşı savaşan ve o dönemin başkanı Reagan tarafından “özgürlük savaşçıları” olarak lanse edilen, hem ABD hem de Suudi Arabistan’ın desteklediği Afgan mücahitleri tarafından atıldığı bir gerçek. Zaten 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren 19 teröristten 15’i de Suudi kökenliydi.
Musavi’nin son ifadesine göre, El Kaide’nin ana destekçileri arasında o sırada Suudi Arabistan’ın başından olan Prens Türki El Faysal ve Suudi Arabistan’ın Washington büyükelçisi Prens Bandar bin Sultan vardı.
Prens Türki halen Riyad’da bir araştırma enstitüsünün başında ve sıklıkla ABD’ye seyahate diyor. Prens Bandar ise kısa süre önce, Suudi Arabistan’ın Ulusal Güvenlik Konseyi’nin başındaki görevinden alındı. Prens Türki bu iddialarla ilgili bir yorum yapmazken, Prens Bandar’a ise ulaşılamadı. Öte yandan, Moussaoui Prens Bandar’ın karısı Prenses Haifa El Faysal’ın da kendisine para verdiğini ve Suudi hava korsanlarına da mali yardımda bulunduğunu ileri sürdü.
Şu bir gerçek ki, Suudi Arabistan İslamcı terörle mücadeleye, 2003 yılında El Kaide’nin ülke içindeki saldırılarını tırmandırmasının ardından başladı. Nitekim 1988 ila 1992 yılları arasında ABD’nin Suudi Arabistan büyükelçisi olan Charles W. Freeman, bu yüzyılın başına kadar Suudi Arabistan’ın El Kaide’nin ülke iç güvenliği için de bir tehdit olduğunu algılayamadığını söylüyor.
Öte yandan, Suudi Arabistan her ne kadar El Kaide’ye desteğini çekse de, Libya, Suriye gibi ülkelerdeki militan gruplara el altıdan yardım etmeyi sürdürdü. Suudi Arabistan monarşisi üzerine iki kitap yazmış olan Thomas W.Lippman, ABD ile Suudi Arabistan arasında sıkı ekonomik ve askeri ilişkiler olmasına rağmen ideolojik ve kültürel düzeyde derin ayrışmalar olduğuna dikkat çekiyor.
(The New York Times)