Önümüzdeki 10 Yılda Finansal Yönetim

By Fortune Türkiye

Boğaziçi Üniversitesi Finans Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Vedat Akgiray ve Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Serhat Çevikel ile şirketlerin finansal yönetiminde kritik seviyede önem kazanacak konular hakkında konuştuk. İşte ayrıntılar… -ERSAN TAYLAN

Finansal açıdan sağlam mali yapısını koruyan işletmeler kesintisiz bir şekilde büyüyorlar. Dünyada etkili olan birçok olumsuz koşullardan en az seviyede etkileniyorlar. Ancak finansal yönetimlerine yeni yetkinlikler kazandıramayan şirketler için önümüzdeki dönem bu kadar kolay olmayacak.

Bugün giderek daha fazla hissedildiği gibi önümüzdeki yakın gelecekte, şirketlerin finansal fonksiyonunu ilgilendiren çok önemli konular gündeme geliyor. Örneğin çevre-sosyal sorumluluk, yapay zekâ ve makine öğrenmesi uygulamalarının rekabet avantajları, siber güvenlik risklerinin yönetimi, genişleyen yasal düzenleme çerçevesine uyum ve blokzincir gibi finansal varlıkların tanımını genişleten yeniliklerin etkisi şirketlerin finansal yönetimlerinde daha fazla görülecek.

Önümüzdeki on yılda, şirketlerin finansal yönetim ekiplerinin gündeminde giderek daha fazla yer tutacağını düşündüğünüz temel konular nelerdir?
Akgiray: Şirketler topluma ve çevreye karşı daha sorumlu tüzel vatandaşlar haline gelmek zorundalar. Bu durum finansal yönetim fonksiyonunu da yakından ilgilendiriyor. Örneğin, doğrudan ve dolaylı olarak karbon ayak izini azaltan şirketler, bu sorumluluğu yerine getirmeyen şirketlere göre daha geniş finansman olanaklarına daha ucuz maliyetlerle erişebilecek ve sermaye piyasalarındaki yatırım kararlarında lehlerinde bir pozitif ayrımcılık oluşabilecek.

Yapay zekâ uygulamalarını daha etkin kullanabilen şirketler, devreye aldıkları makine öğrenmesi modelleri ile faaliyetlerini yakından ilgilendiren ve hızlı akan gerçek zamanlı verileri kullanarak rekabet avantajı oluşturabilecek şekilde hızlı ve doğru kararlar alabilecek. Örneğin, ürün talebi, müşteri temerrüdü ve emtia fiyat tahminlerinin daha isabetli olması, finansal yönetimin de amacına daha başarılı bir şekilde ulaşmasını sağlayabilecek. Kişisel verilerin korunmasına yönelik sorumlulukların da artmasıyla birlikte, siber güvenlik risklerinin yönetilmesi daha kritik hale gelecek.

Çevresel riskler, siber güvenlik tehditleri ve suç faaliyetlerinin kontrolünün yönetimi için yasal düzenleme çerçevesi genişliyor. Şirketlerin finansal yönetimlerinde ve diğer tüm faaliyetlerinde atacakları her adımda, daha geniş bir düzenleme çerçevesine uyumluluğunun iç ve dış denetlenme gereksinimi artıyor. Aksi durumların yasal sonuçlarının maliyetleri büyüyor.

Blokzinciri teknolojisi, başta finansal sistem olmak üzere, karşılıklı veri, varlık ve yükümlülük akışının olduğu her sis- teme toptan farklı bir yaklaşım getiriyor. Sanılanın aksine blokzincir teknolojisi salt kripto para varlıklarından ibaret değil. Blokzincirler, tedarik ağlarındaki mal akışlarının takibinde veya dijital dosyaların güvenli bir şekilde paylaşılması gibi uygulamalarda da kullanılabiliyor. En bilinen ve yaygın kullanımı kripto varlıklarda oluyor. Zaman içinde kripto varlıkların, bir servet saklama ve değiş tokuş aracı olarak daha fazla kabul görmesiyle birlikte, finansal sistemin yasal düzenlemesi içerisinde de yer almaya başladılar.

Başarılı finansal sonuçlara imza atan firmaların en belirgin özel- liklerinin neler olduğunu gözlemliyorsunuz?
Çevikel: Amerikan araştırmacı Jim Collins’in 2001 yılında yayımladığı eseri “Good to Great”, ABD sermaye piyasalarında uzun vadede istikrarlı bir şekilde piyasa genelinin üzerinde finansal performans başarısı sağlamış şirketlerin ortak özelliklerini tespit ediyor. Örneğin doğru kişileri seçip onları doğru rollere yönlendirebilecek bir liderliğe sahipler. Gerçek bilgilere dayalı olarak önlerinde aşmaları gereken zorlukları tespit edebiliyorlar. Yapmayı gerçekten arzuladıkları ve ilgili alanın en iyisi olabilecekleri faaliyetlere odaklanıyorlar. Ortalama bir performansa düştüğü durumlarda gerekli dönüşüm ve strateji değişikliklerini yaparken teknolojiyi ana odak olarak değil stratejinin destekleyicisi olarak görüyorlar. Şirketlerin, belli bir iş alanında faaliyetlerini sürdürmekle birlikte, bu alanın içinde günün gereklerine göre stratejilerini esnek olarak güncellemelerine örnek olarak Microsoft’u gösterebiliriz. Son çeyrek asırda, dünyadaki en büyük piyasa değerine sahip on şirketi arasında sabit kalan tek şirket olan Microsoft’un gelirleri içinde en büyük pay 2010’lara kadar yazılım lisansları iken bugün itibariyle, Azure ile sunduğu bulut hizmetlerinden elde ettiği gelirler birinci sıraya oturmuş durumda.

Bunun haricinde çok büyük piyasa değerine ve finansal başarıya ulaşmış şirketler, belli bir performansı sağlayacak büyümeyi iç kaynaklarla yeterli düzeyde sağlayamadıkları durumlarda, inorganik büyüme yolları deneyerek, yani stratejik ortaklıklarla birleşmeler yaparak, ve ortaklık yapısına yeni sermayedarlar katarak hızlandırabiliyor. Apple’ın 2000’in yılında yaklaşık 5 milyar dolar olan piyasa değeri 2024 ortasında 3.5 trilyon dolara kadar ulaştı. Şirketin kurucusu Steve Jobs öldüğünde ise piyasa değeri yaklaşık 300 milyar dolar, Jobs’ın hisse oranı ise sadece yüzde 11 idi. Bu arada 1985’te Jobs’un kendi kurduğu şirketten uzaklaş- tırıldığını, yani kurucusunun bile şirket üzerinde tek kişi hegemonyasına sahip olmadığını da hatırlatmak gerekir.

Piyasa değeri 2021’de 1.2 trilyon dolara ulaşan ve 2024 ortalarında 800 milyar doları civarında olan elektrikli otomobil üretici Tesla’nın başlıca ortağı Elon Musk’ın payı ise yüzde 20’dir. Bu nedenle, belli bir ölçeğin üstüne çıkıp küresel rekabette öne çıkacak güce ulaşmayı hedefleyen şir- ketler, “küçük olsun, benim olsun” çıkmazından kurtularak, yeni sermayedarlar ve stratejik ortaklıklarla inorganik bü- yümeyi de finansal stratejileri arasına katmak durumunda- dır. Bu inorganik büyüme kimi zamanlar şirketlerin kurucu kişi hegemonyasından uzaklaşması ve kurumsallaşmasını da beraberinde getirmektedir.

Dünyada ve de ülkemizdeki mevcut ekonomik koşulları baz alarak, önümüzdeki dönemde firmaların en çok desteğe ihtiyaç duydukları alanların neler olduğunu düşünüyorsunuz?

Akgiray: 20. yüzyılda ekonomik gelişmenin ve büyümenin temel girdisi petrol iken 21. yüzyılda büyük veriye erişim ve bu veriyi kullanarak ileriye dönük doğru öngörülerde bulunabilme ve doğru kararlar alabilme kabiliyetidir, özetle 21. yüzyılın pet- rolü veridir. Bunu çok basit olarak şuradan da görebiliriz, 1930’lara kadar dünyanın en zengin şahsı, petrol devi Standard Oil’in ku- rucusu John D. Rockefeller iken, 1990’lardan itibaren zenginler liginin tepesine daha çok bilişim ve veriye dayalı teknolojilerin devi olan şirketlerin kurucu ortakları oturmuştur.Finans dahil olmak üzere, bugünün şirketlerinin tüm fonksiyonlarının da veri analizi odaklı olması ve bunu daha hızlı ve iyi başaran şirketlerin rekabet avantajı kazanması yönünde bir trend olduğu görülüyor. Örneğin, Amazon ve benzeri online satış sitelerinin gelirlerinin önemli bir kısmı, şirketlerin makine öğrenmesi modellemelerinin bir türü olan tavsiye algoritmaları sonucu gerçekleşmektedir.

Şirketlerin bu rekabet avantajını kazanmaları ve daha önemlisi rekabette geride kalmamaları için veri odaklı bir yapıyı iş süreçlerine katmaları ve insan kaynaklarını da bu yönde oluşturmaları gerekmektedir. Ülkemizde bir çok büyük ölçekli şirkette veri saklama, işleme, modelleme, analiz ve raporlama işlemlerinin halen çevrek asır öncesinin ofis programlarıyla yapılmaya devam edildiğine tanık oluyoruz. Artık hızlı akan büyük verinin saklanması ve sunulması, analizi, modellenmesi, görselleştirilmesi ve tüm bağlantılı süreçlere dair iş zekası ve analitik çözümlerin, geçen yüzyılın araçlarının yerini alması zorunluluğu bulunmaktadır.

Veri işleme ve veri analitiği alanında tüm dünyada bir yetenek açığı bulunmakta ve gittikçe büyümektedir. Üniversiteler ve uzaktan eğitim siteleri gerek program gerekse de ders olarak bu yetkinlikleri yeni kuşağa daha fazla aktarabilmekle birlikte, yetenek ihtiyacı bu arzdan daha hızlı artmaktadır. Z kuşağı olarak adlandırılan ve şirketlerin analitik yetenek ihtiyacını karşılayacak işgünün kaynağı olan genç nüfusun ise çalışma modları ve şirket- lerden beklentileri önceki kuşaklardan farklıdır. Küresel Covid-19 pandemisinin de hız vermesiyle, uzaktan çalışma modu tercih edilmekte ve bu genç kuşak dijital ve analitik yeteneklerini sınır ötesine de taşımaktadır. Dijital gezgin olarak adlandırılan ve sayıları gittikçe büyüyen bir yetenek havuzu mekandan bağımsız olarak tüm dünyada ihtiyacın olduğu şirketlere işgücü kaynağını çok daha iyi şartlar elde ederek sunabilmektedir. Bir çok yeni şirket, tüm işgücü yapısını tamamen uzaktan yönetilen ekiplerle oluşturmakta ve kısa sürede başarı sağlamaktadır. Önümüzdeki dönemde şirketler, ihtiyaç duydukları yetenek havuzuna erişebilmeleri için, uzaktan çalışma modunu daha fazla benimseyebilmelidirler. Bir diğer ihtiyaç ise, özellikle kurulma ve hızlı büyüme aşamasındaki şirketler için, büyümeye zemin hazırlayacak finansal kaynaklara erişim imkanlarıdır.

Bir firmanın etkin finans politikaları ve isabetli stratejik planlamalar oluşturmasının en kritik kuralları nelerdir?
Akgiray: Bir şirketin mevcut faaliyet alanlarındaki ileriye dönük miktar ve fiyat bazında satış ve maliyet tahminlerini sabit varsayımlardan oluşan bir statik senaryoya koyma durumunda, etkin finans politikalarının uygulanması da belli reçetelerin takibine indirgenmektedir: Satış tahminlerine paralel olarak belli dönemlerde vakitlice kapasite artırımlarını planlamak, bu kapasite artırımları için ideal sermaye-borç yapısı ile finansman ihtiyaçlarını karşılamak, faaliyetlerin kesintisiz sürmesi için işletme sermaye gereksinimlerini tespit etmek ve sermayedarların likiditesini düşünecek ve şirkete dair beklentilerini canlı tutacak şekilde temettü politikasını oluşturmak.

Ancak statik bir senaryoda basit bir rakam ile belirle- nen büyüme oranları, gerçek hayatta çok daha karmaşık dinamikler içinde oluşmakta ve belirsizlik içermekte. Makroekonomi ve finansal piyasalardaki öngörülemeyen dalgalanmalar, krizler veya yıkıcı-yapıcı değişimler gibi önceden belirlenmesi zor yapısal kırılmalar ve en önemlisi mevcut ve potansiyel rakiplerin önceden tahminlemesi zor kendi stratejileri, sabit bir oyun planının çok sıklıkla boşa çıkması ve gerçek dünyayı geriden takip etmesiyle sonuçlanabiliyor.

Kapsamlı bir stratejik planlamada, bu karmaşıklığın dikkate alınabilmesi için son 30 yılda öne çıkan ve geliştirilen simülasyon teknikleri geçerli bir çözüm önermektedir. Aracı (agent) olarak adlandırılan ve her biri basit parametrelerle ve mekanizmalarla hareket eden çok sayıda otonom aktörün modellendiği “aracı tabanlı modellemede” (agent based modeling), bu basit parametre ve mekanizmalarla ilk etapta görünür olmayan karmaşık bazı kalıplar, aracıların etkileşimiyle birlikte ortaya çıkmakta (emergent behaviour), ve çok fazla çalışmada görüldüğü üzere gerçek dünyanın karmaşıklığının dinamiklerine benzer özellikleri simüle edebilmektedir. Aracı tabanlı modellemelerin önemli bir özelliği de aracılar arasındaki etkileşim ve bağların da bir ağ yapısıyla modellenebilmesidir. ABD’nin New Mexico eyaletinde faaliyet gösteren Sante
Fe Enstitüsü, 1980’lerin ortasından itibaren karmaşık sistemler ve aracı tabanlı modelleme çalışmalarının en önemli merkezlerinden biri olmuştur ve bu alandaki öncü çalışmala- ra ev sahipliği yapmıştır.

Bu simülasyonlara, belli bir istatistiki dağılıma bağlı olarak zaman içinde ortaya çıkan makroekonomik, finansal, hatta iklimsel değişkenler, değişkenler arasındaki ilişkiler ve değişkenlerde zaman içinde gözlemlenen kalıcı ve döngüsel trendler, rastgele sayı üretimi ve diğer istatistik araçları ile katılabilmektedir.

Senaryo veya farklı karmaşıklık düzeyindeki simülasyonların temel kritik kuralları, başta da belirtildiği üzere, mevcut ve potansiyel rakiplerin karşı hareketlerini model- leyebilmesi, belirsizlik içeren değişkenlerin gerçekçi olarak modellenebilmesi ve rastlantısal olarak öngörülemeyen yapısal kırılmaları da katabilmesidir. Bu stratejik planlar sıklıkla gözden geçirilmeli ve piyasa, makroekonomi ve rekabet koşullarındaki değişimlere karşın gerekli güncel- lemeler yapılmalıdır. Michael E. Raynor’un 2007 tarihli “The Strategy Paradox” isimli eseri, geleceğin belirsizliğinin farkında olunmasına rağmen, çoğu şirkette liderlerin strate- jilerini, geleceğin akışına uyum sağlayamayacak şekilde katı ve sabit belirlemesinin çelişkisine dikkat çekmektedir.

Stratejilerin belirlenmesinde dikkate alınması gereken bir diğer kavram ise “keşif-sömürü dengesi”dir (explorati- on-exploitation tradeoff). Bu denge, hareket adımlarında, daha önce denenmemiş yeni (ve belki de riskli) alanlara doğru atılan adımlarla (keşif), mevcut durumda varlık sağlanmış, belli bir faaliyetin sürdürüldüğü karlı alanlar- daki ticaretin sürdürülmesi (sömürü) arasında kaynakların doğru şekilde dağıtılmasını önermektedir.

Kâr, verimlilik artışı özetle bilançonun etkin bir şekilde yönetmenin temel kuralları nelerdir?
Çevikel: Çok detaya inildiğinde ve farklı iş modelleri ve faaliyet alanlarının koşulları dikkate alındığında şirketlerin bilançolarını etkin yönetmelerinin kuralları tek bir reçeteye indirgenemiyor.

Örneğin, Adrian Slywotzky’nin 2002 tarihli “Art of Profitability” isimli eseri 23 farklı kar modelini irdeleniyor. Ancak daha genel bir çerçevede bakıldığında, finansal yönetimin temel kurallarının, ticari faaliyetlerin başarısıyla birlikte ele alınması gerektiği yönünde bir sonuca ulaşılıyor. Örneğin, salt finansal yönetime odaklanan bir bakış açı- sında, stok ve alacakların düşük tutulması finansal kaynak yönetiminin verimliliğine işaret ederken, ticari bakımdan yeterli satış vadesi tanınmayan ve ürün seçenekleri sunulmayan müşterilerin memnuniyetini azaltan ve sonuçta ciroyu düşüren bir sonuca da yol açabilir.

Her ne kadar bir şirketin finansal performansını tam olarak özetleyen indirgenmiş nakit akımları gibi yöntemler daha anlamlı olmakla birlikte, konuyu basitleştirmek açısından, hedef ölçüt olarak net karın özsermayeye oranı olarak hesaplanan özsermaye karlılığı ele alınırsa, bu ölçütün temel olarak üç alt hususun birleşimi olarak ortaya çıktığı düşünülebilir: Aktif devir hızı yani satışların aktife oranı, net kar marjı yani net karın satışlara oranı ve kaldıraç oranı yani borçların özsermayeye oranı. Diğer tüm hususlar sabit tutulduğunda, belli bir aktifi daha fazla satış ile çeviren, satışlarından daha fazla net kar elde eden ve borç maliyeti, özsermaye maliyetinin altında kaldığı müddetçe daha fazla mali borç kullanan şirketlerin özsermaye karlılığının da yükselebileceği düşünülebilir.

Ancak stok ve alacak örneğinde olduğu gibi, finansal olarak daha iyi performans sağladığı düşünülen bazı kararlar, ticari açıdan aksi yönde harekete neden olabilmektedir. Örneğin aktif devir hızını yükseltmek için ar-ge ve fiziki yatırımlarını azaltan bir şirket, kısa vadede karlılığını artırmış gözükse de, daha uzun vadede fiziki altyapısının eskimesi ve ürünlerinin teknolojik olarak geride kalması nedeniyle üretim kapasitesini, müşteri potansiyelini ve nihayetinde satış hacmini kaybedecektir.

Şirket stratejilerinin gerçek ve rekabetçi bir ortamda simüle edilmesi amacıyla verdiğimiz yönetim simülasyon derslerinin başında sıklıkla karşılaştığımız bir durum, oyun içindeki yönetim ekiplerinin ilk strateji sunumlarında “kaliteli ürünleri ucuza sunarak sürümden kazanma yoluyla kar elde etmeyi” planlamalarıdır. Tüm ekiplerin bu stratejiyi hayata geçirmeleri durumunda, fiyatı kırarak aynı pazarı paylaşmaya çalışan ve ürünlerine yüksek oranda yatırım yapan çok sayıda rakibin zarar ettiği ve özsermayelerini erittiği sağlıksız bir rekabet ortamı oluşabilecektir. Farkedilmesi gereken durum salt finansal ölçütlerle iyi gözüken adımların salt ticaret açısından zıt bir etki yarattı- ğı, ve tersi durumun da geçerli olduğudur. Finansal açıdan yüksek fiyatla satmak olumlu iken ticari açıdan, arkasında bir ürün tanıtımı ve kalite yatırım olmayan yüksek fiyatlı ürünler, ticari potansiyelin rakiplere yönelmesine neden olur. Ticari açıdan avantaj sağladığı düşünülen fiyat indi- rimleri ise finansal açıdan karlılığı azaltmaktadır.

Bu durumda, başarılı bir finansal yönetim, ticari ve finansal açıdan birbirlerine zıt etkisi olan iki kutup arasında optimal dengeyi sağlayacak kararlar alınmasını gerektirmektedir. İsmini 19. yüzyıldan kalma bir İngiliz halk masalından alan “Goldilocks prensibi”, bir karar kriteri veya parametrede uç noktalar arasındaki en uygun “doğru” noktanın bulunmasını ifade etmektedir ve yer bilimleri ve biyoloji gibi alanlarda da bu prensibe atıfta bulunulmaktadır. Finansal yönetimde de, finansal ve ticari öncelikler arasındaki optimal noktayı bulacak “Goldilocks prensibinin” uygulanması gözetilmelidir. Olası gelecek senaryolarının simüle edilebilmesi, atılan riskli adımlarda, gerçekleşebilecek zararların boyutlarının da hesaplana- bilmesi ve yönetilebilmesini sağlayacaktır. Örneğin, 2001 krizi öncesinde, TL’nin döviz kurları karşısında pahalandığı ve TL’de bir değer kaybının olası hale geldiği dönemde bile, düşük maliyetli döviz kredileri alarak TL cinsinden yatırım yapan sanayi şirketleri, krizden sonra TL’nin hızlı değer kaybı ile yükselen borçlarını karşılayamaz hale gelip iflasa sürüklendiler. O dönemde TL’nin aşırı değerlenmesinden ötürü gayet muhtemel hale gelen bir değer kaybının senaryo ve simülasyonlara katılarak sözkonusu yatırımların olası finansal sonuçlarının değerlendirilmesi halinde, bu yatırımların içerdiği yüksek zarar ve olası batık risklerin görülebilir olacağını düşünebiliriz.

BENZER MAKALELER

SON MAKALELER

Loading...