Tasarımlarının ünü dünyaya yayılan mücevher sanatçısı Sevan Bıçakçı, tektaş yüzükleri 150 yıllık altı tırnaklı mıhlama boyunduruğundan kurtaracak sıra dışı bir yaklaşım üzerinde çalışıyor. Mücevher sektöründe “Büyük Tufan”ın yaklaştığını da belirten Bıçakçı’ya göre, yaratıcılık ve kaliteye odaklanan için yeni fırsatlar doğabilir.
DÜNYADAKI ARTAN KRIZLER KARŞINDA hemen her sektör zorlu bir sınav sürecinden geçiyor. O sektörlerden biri de lüks tüketiminin vazgeçilmezi mücevher sektörü. 2019 yılında 21 milyar euro’ya ulaşan küresel mücevher sektörünün bugünkü durumunu “Büyük Tufan”a benzeten mücevher sanatçısı Sevan Bıçakçı, “Kitlesel lüks tüketim sağlam bir darbe yiyecek gibi küçük ölçekte kalıp, yaratıcılığı ve kalitesiyle öne çıkan atölyeler için yeni fırsatlar doğabilir” diyor. Günümüzde azalan “usta-çırak” kavramına da dikkat çeken Bıçakçı, yüksek kira, hızlı kazanç beklentisi ve değişen turist profili ile Kapalıçarşı’nın gelenekleri yaşatmakta güçlük çektiğini ifade ediyor ve ekliyor: “Eskinin nitelikli mücevher ve antika mağazalarıyla dolu caddeleri artık lokumcu ve baharatçıların rekabetine tanıklık etmekte.” Bıçakçı ile Ustası Hovsep’in yanında başlayan ve dünyaya açılan kariyer yolculuğunu, tasarım süreçlerini ve planlarını konuştuk.
Dünyaca ünlü bir mücevher sanatçısı olarak, kariyerinizdeki dönüm noktaları neler oldu?
Etrafta haylazlığıyla bilinen bir çocuk olmak beni okulun bir numaralı günah keçisi haline getirmişti. Okula beşinci sınıftan sonra devam edebileceğimden benim bile şüphem vardı. Rahmetli babamın erken yaşlarda sokaklara düşmemem için yaratmış olduğu çaredir okul yerine Hovsep Usta’mın yanına çırak girmem. Ustamı erken yaşında kaybettikten sonra yıllarca modelcilik yaptım. Turizm piyasası ne isterse onun siparişi gelirdi. Geçim derdi bahanesiyle kendimi oyalayamaz hale gelene kadar türlü türlü taklit ürünü modellemişimdir.
Özgün tasarım fikirlerim olsa da ilgilenen, dinlemek isteyen kimselere ulaşamadım ne yazık ki… Ve nihayet gün geldi, içimde biriken bıkkınlık ve kayıtsızlık sayesinde radikal bir kararla ve etrafa borçlanarak kendi tasarımlarıma yöneldim. Tabii ki tanıdığım esnafın çoğunluğu burun kıvırmaya devam etti. Fazla cesurmuş, iriymiş, satmazmış, ölçü olmazmış, vs… Bu noktada peş peşe üç dönüm noktası yaşadım. Medya ilgisi, medya ilgisi sayesinde işlerimi keşfeden Güler (Sabancı) Hanım, Güler Hanım’ın teveccühü sayesinde iyice artan medya ilgisi ve nihayetinde yurt dışına açılış… Yurtdışından ödüllerle dönmüş olmam sayesinde medya ilgisi neredeyse hiç dinmedi ve en zor zamanlardaki kurtarıcım oldu. Esnafı ikna edemezken tüketicinin değer biçtiği bir tasarımcı haline en başta basın desteği sayesinde geldim.
Bugün tasarımlarınızı ünlü isimlerin üzerinde görünce ne hissediyorsunuz?
Tabii ki takdir edilmek kadar güzel bir duygu yok. Söz konusu ünlüler genellikle en iddialı ve köklü mücevher markalarının peşinden koşturmakta olduğu isimler. Balolarda ve kırmızı halı üzerinde belli bir dünya markasının parçalarıyla boy göstermek için yıllığı milyonlarca liralık sözleşmeler imzalayabiliyorlar. Bu şekilde, astronomik ücretler karşılığında işlerimi ödünç almak yerine, günü geldiğinde sevdiklerine miras bırakacakları veya müzelere bağışlayabilecekleri bir şeyler satın alıyor olmalarının paha biçilmez bir değeri var. Ünlülerin işlerimi taşır halde ama haberim olmaksızın medyada boy göstermeleri harika bir durum.
Bir mücevherin tasarım süreci hangi aşamalardan geçiyor?
Başta esin gelir. Bunu nereden aldığımıza bağlı olarak bir hikayeye odaklanır ve o hikayenin içinden nasıl bir anı çıkarabileceğimizi eskizlerle düşünürüz. Düşünce netleştikçe eskizler de detaylı resimlere dönüşmüş olur ve doyuruculuğuna inanmış olduğumuz noktada üretim için atölyeye aktarılırlar. Sonrası final çizime sadık kalabilmek için türlü cambazlık safhasıdır. Bazı teknik engel çıkar ki, doğaçlamaya mecbur kalırsınız. Bizim atölyeden bir işin çıkması ortalama üç ayı buluyor.
Tasarımlarınızda nelerden ilham alıyorsunuz? Beğendiğiniz mücevher tasarımcıları kimler?
Etrafla etkileşim içimde türlü türlü duygular uyandırıyor, ben de o duyguların bana göre kıymetli olanlarını mücevher üzerinden aktarmayı dert ediniyorum. Temiz doğayı, canlıları, dostlukları, muhabbeti, birlikte var olmayı çok önemsiyorum. Bir bakıma tasarımlar üzerinden kendimi ifade etme derdindeyim. Coğrafyamızda geçerli tarihi ve kültürel katmanlarının tümünden esinlenirim. Çok geçmişte tasarlanmış olmalarına rağmen Carl Faberge ve Rene Lalique’in eserlerinden hep büyülenmişimdir. Günümüz tasarımcılarından Arman Suciyan’ın bir sürü işini beğeniyle taşımaktayım. Brezilya’dan Fernando Jorge’yi de başarılı buluyorum.
Gündeminizde şu an neler var?
Tektaş yüzüklerle ilgili oldukça sıra dışı bir yaklaşım üzerinde çalışmaktayız. Amacım epeyce paralar harcanan tektaş yüzükleri, 150 yıllık altı tırnaklı mıhlama boyunduruğundan ve birbirlerine aşırı benzemekten kurtarmak. Geleneksel 22 ayar bileziklerimizden esinlenerek tasarladığım işler de var. 22 ayar bileziklerin üzerinde fazla işçilik olmaz çünkü zor gün gelip de çatarsa paraya çevrilmeleri kolay olsun. Benim çalışmalarımın yüzeylerinde ise bir ton işçilik malzeme detayı mevcut. Paraya çevrileceğine sadece taşıma amacıyla nesilden nesile aktarılmalarını tercih ederim.
Bundan sonrası için hayalleriniz neler?
En büyük hayalim zamanım gelip de bu dünyadan göçtükten sonra güzelliklerle hatırlanmak. Parçalarım değerli birer aile yadigarı olarak pamuklar içinde nesilden nesile aktarılsınlar. Bazıları müzelere bağışlansın. Bunları umarak tasarlamaya, üretmeye devam edeceğim .