Ülkemizde yerli kömüre dayalı santrallerden elektrik üretimini artırmak üzere çeşitli teşvik mekanizmaları mevcut. Söz konusu teşviklere rağmen, yatırımcıların yerli kömür santrali projelerinden uzak durduğunu görüyoruz. Aralık ayında gerçekleşen Paris İklim Zirvesi sonrasında kömür projelerinin finansmanı ve toplumsal kabulü daha da zorlaşmışken, ülkemizde “alım garantisi” başta olmak üzere çeşitli ek teşvik mekanizmaları gündeme geliyor. Söz konusu araçların ekonomik ve çevresel sürdürülebilirliği açısından içerdiği risklerin etraflıca değerlendirilmesi gerekiyor.
Bilindiği üzere, 2009 yılında yayımlanan Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi ile, ülkemizin yerli kömür kaynaklarının tümünün 2023 yılına kadar elektrik enerjisi üretimi amacıyla değerlendirilmesi hedeflenmişti. Bu amaç çerçevesinde, 2012 yılı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından “kömür yılı” olarak ilan edilmişti.
Ülkemizde yerli kömüre dayalı projeler için AR-GE destekleri, maden arama için verilen destekler, hazine tarafından sağlanan yatırım garantileri, çevre mevzuatından muafiyet ve 2013 yılında uygulamaya konulan Yeni Yatırım Teşvik Sistemi çerçevesinde sağlanan avantajları da içeren pek çok teşvik uygulaması var. Buna rağmen 2009 yılından bu yana devreye alınan yeni elektrik enerjisi kurulu gücünün sadece yüzde 2’si yerli kömür kaynaklarıyla çalışmakta. Söz konusu dönemde devreye giren yeni ithal kömür kurulu gücü ise yerli kömürün 7 katı seviyesinde gerçekleşti.
Türkiye Kömür İşletmeleri’nin 2015 yılı Kömür Sektörü Raporu’nda belirtildiği üzere, ülkemizin sahip olduğu linyit rezervleri büyük oranda düşük kalitede ve mevcut rezervler zenginleştirme için uygun özelliklere sahip değil . Ekonomik ve teknik açıdan elverişsizliği nedeniyle yatırımcıların ilgisini bir türlü çekememiş olan yerli kömür projeleri için son zamanlarda daha da kuvvetli teşvik mekanizmaları gündeme gelmeye başladı . 2016 yılı başında kömür sektörü tarafından dile getirilmeye başlanan “alım garantisi”, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı tarafından geçtiğimi günlerde tekrar gündeme geldi. Basına yansıdığı kadarıyla; gün öncesi piyasada oluşan elektrik fiyatlarından memnun olmayan kömür yatırımcısını tatmin edecek bir fiyatın uzun dönemli bir anlaşmayla sağlanması söz konusu. Bu tutarın kilovatsaat başına 8 ABD Doları sent tutarında olabileceği dile getiriliyor.
Küresel ölçekte kömür talebi ve kömür tüketiminin darboğaza girdiği bir dönemdeyiz. Uluslararası Enerji Ajansı verileri, kömür tüketiminde 1990’lı yıllardan bu yana ilk defa düşüş gözlendiğini gösteriyor . Son dönemde başta Çin ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere pek çok ülkenin çevresel, ekonomik ve halk sağlığına ilişkin kaygılar nedeniyle kömür tüketiminde azaltıma gittiğini görüyoruz. İngiltere 2025 yılına kadar kömür santrallerinin tümünü kapatacağını duyururken İskoçya son kömürlü termik santralini geçtiğimiz günlerde kapattı. Amerika Birleşik Devletleri, uygulamaya koyduğu “Temiz Enerji Planı” ile kömürden elektrik üretimini azaltmayı hedefliyor. ABD’de kömürün elektrik üretimindeki payı son 10 yılda %49’dan %33’e düşerken , Uluslararası Enerji Ajansı, Avrupa Birliği ve ABD’de kömür tüketiminin bu yıl %1,5 ila %2 oranında azalacağını öngörüyor .
2015 yılının Aralık ayında imzalanan Paris Anlaşması’nda Türkiye’nin de aralarında yer aldığı 195 ülke, yüzyılın ikinci yarısında net karbon emisyonlarının sıfırlanması hedefinde anlaşırken, finansmanda önceliğin düşük emisyonlu teknolojilere verilmesinin öneminin altını çizdi. Kömür sektöründe yaşanan yavaşlama ve küçülme, yenilenebilir enerji maliyetlerindeki hızlı düşüş ve emisyon azaltma politikalarının eseri.
Bu gidişat, finans kurumlarında da karşılık buluyor. Son üç yıl içerisinde, aralarında Dünya Bankası ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın da bulunduğu pek çok uluslararası finans kuruluşu, ile OECD üyesi ülkelerin ihracat-ithalat bankaları kömür yatırımlarını istisnai durumlar dışında ya da topyekün terketme kararları aldılar. Benzer politikalar, ING, Credit Agricole, JP Morgan ve HSBC gibi birçok özel banka tarafından da uygulamaya sokulurken, Axa, Allianz gibi özel sermaye fonu ve emeklilik fonları da kömür sektörüne yaptıkları yatırımlardan çıkıyorlar. 900 milyar ABD Doları’nı bulan değeriyle dünyanın en büyük emeklilik fonu olan Norveç Emeklilik Fonu da kömür yatırımlarından çekildi. Gelinen noktada kömür endüstrisinin hem özkaynak hem de kredi finansmanı yaratmasının önünde önemli engeller yükseliyor.
Bu şartlar altında, yerli kömüre alım garantisi ve benzeri teşviklerin etkilerinin değerlendirilmesinde aşağıdaki unsurların da göz önüne alınması gerektiği kanaatindeyiz:
– Alım garantisi ile ekonomik açıdan fizibilitesi olmayan kömür projelerinin finanse edilebilir hale getirilmesi amaçlanıyor. Bu modelde, projelerin ekonomik fizibilitesini sağlayan unsur kamu maliyesi, yani bizlerin ödediği vergiler oluyor. Başta rüzgar ve güneş olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarının maliyetleri büyük bir hızla düşerken on, onbeş hatta yirmi yıl süresince kömürden üretecek elektriğe alım garantisi sağlanması, tüketicinin yenilenebilir enerji teknolojilerinin maliyetlerindeki düşüşten faydalanmasının ertelenmesi, kamu maliyesinin gereksiz bir yük altına girmesi anlamına geliyor.
– Yerli kömüre verilen teşviklerin gerekçesi olarak en ucuz enerjinin en hızlı şekilde üretilebilmesinin hedeflendiğini belirtiyor. Enerji Bakanlığı tarafından rüzgar enerjisinden üretilen elektrik için sağlanan alım garantisi kilovatsaat başına 7,3 ABD Doları sent. Bu çerçevede, daha ucuz olduğu varsayılan kömürden elektrik üretimi için tartışılan alım garantisinin (8 ABD Doları sent / kilovatsaat) maliyetlerin her geçen gün düştüğü rüzgar enerjisine sağlanan alım garantisinden neden daha yüksek olduğunun sorgulanması gerekiyor.
– Avrupa Birliği’ne üyelik vizyonunu her fırsatta tekrarlayan ülkemiz bu hedefe ulaştığı takdirde, AB enerji mevzuatının önemli bir parçası olan Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) ve Endüstriyel Emisyonlar Direktifi’ni uygulama koyacak. AB mevzuatı altında kömürlü termik santrallerde üretilen elektrik, karbon vergisine konu olacak. AB üyelik perspektifinden bağımsız olarak da ülkemizde karbon ticareti ve karbon vergisi konuları gündemin üst sıralarında. Analizlere göre, elektrik üretiminde kömüre öncelik verilmesi durumunda karbon vergisi ve karbon ticareti gibi uygulamaların 2020-2030 yılları arasındaki maliyeti 14 Milyar ABD Doları’nı bulabilir . Kömüre ek teşvik getirilmesi tartışmalarında, asıl faturanın ilk bakışta görünenden daha yüksek olduğunun farkında olmamız, söz konusu faturanın kim tarafından ve nasıl ödeneceği sorusunu sormamız gerekiyor.
– Uluslararası Enerji Ajansı İcra Kurulu Direktörü Dr. Fatih Birol’un belirttiği gibi, yenilenebilir enerjinin romantik bir hikaye olmaktan çoktan çıktığı bir çağda yaşıyoruz. 2015 yılında küresel ölçekte kurulan yeni elektrik enerjisi kapasitesinin yarısı yenilenebilir enerjiye dayalı . Uluslararası Enerji Ajansı’na göre 5 yıllık dönemde kurulu güce yapılacak eklemelerin üçte ikisinin yenilenebilir enerjiye dayalı olması bekleniyor. Yeni kurulu gücün yarısını güneş ve rüzgar enerjisi oluşturacak .
– Bu değişimi piyasa şartları ve düşen maliyetler sürüklüyor. Güneş enerjisinden elektrik üretmenin maliyeti son 5 yılda neredeyse %80 oranında düştü. 2040’a kadar maliyetlerin %48 daha azalması bekleniyor .
– Fosil yakıt fiyatlarındaki dalgalanmalar elektrik üretiminin maliyeti açısından sürekli bir risk arz ederken, yenilenebilir enerji maliyetlerindeki düşüşün ülkemizin enerji politikası önceliklerine yansıtılması gerekiyor. Ancak, aksi yönde bir gidişatın söz konusu olduğunu gösteren veriler mevcut. Analizlere göre Almanya, İspanya ve İngiltere gibi ülkelerinin de yer aldığı Avrupa pazarında fotovoltaik güneş enerjisinden elektrik üretiminin maliyetinde sadece 2015 yılının ilk yarısında %15 düşüş görülürken, güneş enerjisi lisans yarışmalarında TEİAŞ’a verilen bağlantı katkı payı taahhütleri sonucunda aynı dönemde Türkiye’de güneş enerjisi yatırım maliyetleri %46 oranında arttı .
– Ülkemiz yenilenebilir enerji kaynakları açısından yüksek potansiyele sahip. 2015 yılında Türkiye’de elektrik üretiminin %31’i yenilenebilir enerji kaynaklarından gerçekleşti. 2023 yılı için koyulan hedef ise yalnızca %30. Analizler, önümüzdeki dönemde güneş ve rüzgâr enerjisi yatırımlarına öncelik verilirse, yenilenebilir enerjinin elektrik üretimindeki payının 2023 yılında %40, 2030 yılında ise %47 düzeyine çıkabileceğini gösteriyor . Böyle bir dönüşümün maliyetinin kömüre öncelik veren mevcut politikalarla başa baş olacağının, uzun dönemde ise yakıt maliyetinden sağlanacak tasarrufla çok daha ekonomik olacağının ve 2050 yılına dek 122 Milyar ABD Doları tutarında tasarruf sağlanacağının altını çizmek gerekiyor .
– Yenilenebilir enerji kaynakları, kömür, doğal gaz ve nükleer enerji gibi konvansiyonel teknolojilerden çok daha yüksek istihdam yaratma potansiyeline sahip. Örneğin güneş enerjisinin iş yaratma potansiyeli, kömür ve doğal gazın sekiz, nükleer enerjinin ise yedi katı . Yenilenebilir enerji sektöründe doğrudan yaratılan işlerin yanı sıra, sektördeki büyüme olumlu ekonomik “dalgalanma” etkileri de yaratacak. Yenilenebilir enerji tedarik zincirindeki endüstriler bu dalgalanmadan yararlanırken; yerel işletmeler de artan hane halkı ve iş gelirlerinden faydalanacak . Enerji politikalarının istihdam ve sanayiye yönelik imkanları da göz önüne alarak tasarlanması, yenilenebilir enerji teknoloji ve ekipmanlarının üretiminin Türkiye’nin sanayi politikasının öncelikleri arasına sokulması gerekiyor.
Sonuç olarak, sürdürülebilir enerji arzı ve enerjide dışa bağımlılığın giderilmesi gibi uzun vadeli hedeflere yönelik politika araçları belirlenirken, küresel gelişmeler, piyasaların gidişatı ve fırsat maliyetlerinin detaylı olarak göz önüne alınması gerekiyor. Yerli kömürden elektrik üretimini özendirmeyi amaçlayan politika araçları, yüksek maliyetler ve ömrünü tamamlamadan atıl duruma düşecek santral yatırımlarıyla karşı karşıya kalmamıza neden olabilir. Paris Anlaşması sonrasında kömür projelerinin finansmanı ve toplumsal kabulü giderek zorlaşırken, Türkiye’nin seçimini yenilenebilir enerji teknolojilerinden kullanması, bu alanda takipçi değil öncü olma fırsatını kaçırmaması gerekiyor.
İbrahim Çiftçi, Greenpeace Akdeniz, Sürdürülebilir Finans Kampanya Sorumlusu
Mustafa Özgür Berke, WWF Türkiye İklim Enerji Yönetmeni
Özlem Katısöz, TEMA Vakfı Çevre Politikaları Bölümü Proje Koordinatörü