1989 yılında Mehmet Ali Birand’ın teklifiyle Rusya’ya giden ve orada gazetecilik yapan Cenk Başlamış, Rusya’da yaşadığı yıllarda edindiği izlenimleri ve tecrübelerini ‘Gorbaçov’dan Putin’e Rusya’nın Sırları’ adlı bir kitapta topladı.
Henüz 26 yaşındayken hiç Rusça bilmeden Rusya’ya muhabirlik yapmaya giden Cenk Başlamış, 2010 yılına kadar Rusya’da yaşadı. Rusya’da yaşadığı süreçte gazetecilik yapmaktan büyük keyif aldığını söyleyen Başlamış, bu zaman zarfında birçok zorlukla da karşılaştığını ifade etti.
Yaklaşık 3 hafta önce çıkan kitapta siyasi analizlerden çok Rusların gündelik hayatları yer alıyor. Rusları gündelik yaşam üzerinden anlatmaya, tanıtmaya çalışan kitapların Türkiye’de olmadığını söyleyen Başlamış, hem daha geniş bir kitleye ulaşabilmek hem de hiç tanımadığımız bu ülkeyi ve insanlarını daha iyi tanıtabilmek için böyle bir yol seçtiğini ifade etti.
‘Rusya’nın Sırları’ adlı kitabın yazarı Cenk Başlamış ile yaptığımız söyleşi:
“RUS UÇAĞININ DÜŞÜRÜLMESİ SÜRECİ HIZLANDIRDI”
– ‘Gorbaçov’dan Putin’e Rusya’nın Sırları’ adlı kitabınızı yazma fikri nasıl çıktı ortaya?
Rusya’da çok kısa bir süre yaşadıktan sonra Türklerin Rusya ve Ruslar hakkında hiçbir şey bilmediğini hemen gördüm. Tabii, bunun tersi de geçerliydi, yani Ruslar da bizi hiç tanımıyordu. Aslına bakarsanız Moskova’ya ayak bastığımda benim de ülkeyle ilgili bilgim son derece sınırlıydı. Rusya ve özellikle sistemi, diğer ülkelere fazla benzemeyen, kendine özgü. Hatta kitabımda oradan “ayrı bir gezegen” diye söz ediyorum. Böyle bir ülkeyi tanımak ve anlamak için belirli bir süre geçmesi, tabii en başta da dilini öğrenmeniz gerekiyor. Bu aşamaları geçtikten sonra kitap konusu kafamda şekillenmeye başladı. Zaten aslında yazıların çoğu hazırdı. 24 Kasım’da bir Rus uçağının düşürülmesi kitabın yayımlanma sürecini hızlandırdı.
“RUSYA’YI DAHA İYİ TANITABİLMEK İÇİN BÖYLE BİR YOL SEÇTİM”
– Kitabınızda siyasi analizlerden çok gündelik olayları anlatmaya çalışmışsınız. Bunun özel bir nedeni var mı?
Evet var. Türkiye’de Rusya ile ilgili kitaplar yayınlanıyor tabii ama bunlar genellikle siyasi analiz içeren kitaplar. Böyle bir kitabın okur kitlesi de haliyle sadece akademisyenler, uzmanlar, gazeteciler ve Rusya’ya özel ilgili duyan insanlardan oluşuyor, yani sınırlı bir kitle.
Buna karşılık, Rusya’yı ve Rusları gündelik yaşam üzerinden anlatmaya, tanıtmaya çalışan kitaplar bildiğim kadarıyla Türkiye’de hemen hemen yok. Ben de, hem daha geniş bir kitleye ulaşabilmek hem de hiç tanımadığımız bu ülkeyi ve insanlarını daha iyi tanıtabilmek için böyle bir yol seçtim. Uzun süre diplomasi muhabirliği yapmış bir gazeteci olarak analizler yapmasını çok severim. Ama ortalama Türk insanı Rusya hakkında fazla bilgi sahibi değil. Sıkıcı siyasi değerlendirmeler yerine gündelik yaşamdan örneklerle ülkeyi tanıtmanın daha ilginç, daha eğlenceli ve asıl önemlisi daha amacıma yönelik olduğunu düşündüm. Kitapta çoğunlukla gündelik yaşamdan bizzat tanık olduğum olaylardan kesitler aktarılıyor.
İlk anda sıradan konular gelebilir fakat hepsinin içinde farklı bilgiler var. Örneğin, Ruslar hangi durumlarda nasıl davranır, nasıl refleksleri gösterir, sokaktaki gerginliğin nedeni, ırkçılık, devlet-vatandaş ilişkisi, hava insanların ruh hallerini nasıl etkiler, Rus toplumunda kadınların rolü, “Yeni Ruslar” ya da Türkiye’ye bakış gibi…
Öyle inanıyorum ki, kitabın sonuna gelindiğinde tüm bu bilgiler birleşecek ve okurun kafasında ayrıntılı bir Rusya ve Ruslar imajı oluşacak. Elbette kitaptaki yazılar çok beğenilecek diye bir iddiam yok, beğenen de olacak, beğenmeyen de. Ama Rusya hakkında bilgi sahibi olacağınız konusunda o kadar alçak gönüllü değilim.
“EKMEK BULAMADIĞIM ZAMANLAR BİLE OLDU”
– 1989 yılında Mehmet Ali Birand’ın teklifiyle Rusya’ya gittiniz. Gittiğiniz dönemde pişmanlık yaşadığınız zamanlar oldu mu? Alışma süreciniz nasıl geçti?
Hiç pişmanlık yaşamadım çünkü gazeteci olarak tarihe tanıklık etme fırsatı yakalamıştım ama doğrusu özellikle başlarda gerçekten çok ama çok zorluk çektim. Aynı anda birkaç sorunla karşı karşıya kaldım. O ana kadar gördüğüm diğer ülkelere benzemeyen bir ülkede, tek bir kelime Rusça bilmeden yaşamak ve çalışmak zorundaydım. Mal yokluğu bile başlı başına bir sorundu, çok temel ihtiyaç maddelerine ulaşmak için koşturmak, mağaza mağaza dolaşmak ya da tuvalet kağıdından iğneye her şeyi Türkiye’den getirmem gerekiyordu. Ekmek bulamadığım zamanlar bile oldu.
Tabii, asıl görevim Milliyet’e haber geçmekti. Şu anda kulağa komik ve inanılmaz geliyor ama o sırada Türkiye ile tek doğrudan iletişim yolu teleksti! Türkiye’ye telefon etmek isterseniz “yazdırmanız” ve saatlerce, hatta bazen günlerce beklemeniz gerekirdi. Milliyet’in teleksi Türk Büyükelçiliği’nde duruyordu. Düşünün, kendini kanıtlamak isteyen genç bir muhabirsiniz, gazeteniz sizden sürekli haber bekliyor. Mecburen haftanın yedi günü elçiliğe giderdim. Tabii, tek kelime Rusça bilmiyordum, Ruslar da çoğunlukla İngilizce bilmiyor ya da konuşmak istemiyor.
“BİZİMKİ TAM ‘TÜRK İŞİ’YDİ”
Bana elçiliğin adresinin Rusça yazılı olduğu bir kağıt vermişlerdi, her sabah taksi durduruyor, kağıdı gösteriyordum! Uzun süre işe gider gibi elçiliğe gittikten sonra binbir bürokratik zorlukla teleksi naklettim. 1989 yılında, yani anlattığım günlerde Sovyetler Birliği henüz dağılmamıştı. Sovyetler her alanda çok kapalı bir ülkeydi, habere ulaşmak neredeyse olanaksızdı. Zaten Rusça bilmiyordum, Sovyet ajanslarının İngilizce bültenlerini izler, Moskova Radyosu’nun İngilizce yayınlarını dinlerdim. Bir de, Türk diplomatlar haber kaynağımdı.
Ama Moskova’da en büyük ve en zorlu savaşı Rusça’ya karşı verdim. Bir yandan yaşamaya, diğer yandan çalışmaya uğraşırken Rusça öğrenebilmek için çok mücadele ettim, defalarca pes etmenin eşiğine geldim. Gazetecisiniz ve devlet yetkilileriyle, diplomatlarla muhatap oluyorsunuz, tarzanca değil, iyi hem de çok iyi Rusça konuşmanız bekleniyor sizden. Rusça çok güzel ama çok da zor bir dil. “Tamam ben artık iyi Rusça biliyorum” demem sanıyorum 3 yılı buldu. Tabii, Batılı gazeteciler bu durumlarda farklı davranıyor, Moskova’ya gelecekleri belli olunca hemen Rusça öğrenmeye başlıyorlar. Bizimki tam “Türk işi” oldu!
“KENDİMİ ŞANSLI BİR GAZETECİ OLARAK GÖRÜYORUM”
– Dile kolay, tam 21 yıl yaşadınız Rusya’da. Türkiye’de yaşayan ve Rusları bu kadar yakından tanıyan nadir insanlardan birisiniz sanırım…
Rusları tanıdığımı düşünüyorum ama bu konuda nadir insanlardan olduğumu sanmıyorum. Türkiye’de Rusya uzmanları elbette var. Bir ülkeyi ve insanlarını iyi tanımak için o ülkede yaşamanız, dilini öğrenmeniz ve mümkün olduğu kadar ülkeyi gezmeniz gerekir. Ben de bunları yapmaya çalıştım. Çok da tarihi bir dönemde orada olduğum için kendimi şanslı bir gazeteci olarak görüyorum. Ruslar içe dönük, sadece yabancılara karşı değil, tanımadıkları Ruslara bile mesafeliler. Bu duvarı yıkmak için uğraşmanız gerekiyor ve bunu Rusça konuşmadan yapmanız olanaksız. Size normalde soğuk davranan bir Rus, eğer samimiyetinize inandırabilirseniz sizin için elinden geleni yapar.
“BİZ DE İÇE DÖNÜK YAŞIYORUZ”
– Türkler Ruslar’ı ne kadar yakından tanıyor sizce?
Ortada çok çelişkili ve tuhaf bir durum var: Türkiye ile Rusya arasında diplomatik ilişkiler yaklaşık 520 yıl önce kurulmuş, iki ülke de aynı bölgede. Son 25 yılda Türk-Rus ilişkileri çok gelişti, on binlerce evlilik yapıldı. Turizmden tekstile Rusya ile doğrudan ya da dolaylı bağlantılı milyonlarca Türk var. Bu gerçeklere karşın Rusları tanıdığımızı söyleyebilmek mümkün değil. Ama aslında Yunanlıları, İranlıları ya da Iraklıları, yani yakın çevremizde yaşayan diğer insanları tanıdığımızı söyleyebilir miyiz? Kuşkusuz hayır. Biz de çok içe dönük yaşıyoruz, çevremizle sadece kriz zamanlarında ilgilenmeye başlıyoruz. Buraya gelen Rus turistlerle iki çift laf ederek tanımanız mümkün değil. Dolayısıyla sorunuzun yanıtı, Türkler Rusları hiç tanımıyor.
“RUSLAR PİRE İÇİN YORGAN YAKABİLİYORLAR”
– Bir yazınızda “Rusya’yla ilgili en iyi tahmin hiç tahmin yapmamaktır” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Rusya bir sürü açıdan Türkiye’ye benziyor. Ne tam Batılı ne de tam Doğulu. Aslında daha çok Doğulu. Bir Batı ülkesiyle Doğu ülkesinde arasındaki kanımca en önemli fark rasyonel olmak konusunda. Örneğin, ortalama bir Alman’ın ya da Alman devletinin herhangi bir olay karşısındaki tepkisi az çok tahmin edilebilir. Ama akılcı olmak geri planda kalınca, duygusallık öne çıkınca karşınızdakinin tepkisini öngörebilmeniz zorlaşıyor. Ortada böyle bir belirsizlik olduğu için tahmin yapmaya kalktığınızda yanılma olasılığınız artıyor. Rusya’nın uçağının düşürülmesine son derece sert tepkisi buna örnek. Pire için yorgan yakabiliyorlar. Ama mesela uçağın düştüğü gün Türkiye’den gönül alıcı sözler duysalardı belki bu kadar şiddetli tepki göstermeyeceklerdi. “Rusya rasyonel davranmayabiliyor” derken yanlış anlaşılmasın, Rusya elbette ciddi bir devlet ama duygusallığın öne geçmesine kimi zaman engel olamıyor. Bu koşullarda da “en iyi tahmin hiç tahmin yapmamaktır” diye düşünüyorum çünkü beklemediğiniz anda golü yiyiverirsiniz!
“YAŞAMASI ZOR AMA GAZETECİLİK YAPMASI ZEVKLİYDİ”
– Uzun süre Rusya’da kalmak sizi nasıl etkiledi?
Moskova’ya gittiğimde 26 yaşındaydım, döndüğümde 47, yani yetişkin yaşamımın neredeyse tamamını orada geçirdim. İlk gittiğimde Türkçe düşünüyor, Rusça konuşmaya çalışıyordum. Sonraları Rusça düşünmeye başladım! Neresi olursa olsun yabancı bir ülkede yaşamak zor. Bir yandan kimliğinizi korumaya, diğer yandan da o anda yaşadığınız topluma uyum sağlamaya çalışıyorsunuz. Yaşaması zor ama gazetecilik yapması çok zevkli bir ülkeydi. Tabii, bir sürü dostluk da kuruyorsunuz. Rusça hayatımın o kadar bir parçası oldu ki, döneli beş yıl olmasına rağmen kimi zaman bir yere girerken içimden hala Rusça “merhaba” dediğimi farkediyorum! Moskova’da yaşayan Türk arkadaşlarımla bir Whatsapp grubumuz var, şaka olsun diye bazen Rusça mesajlaşıyoruz.
“KİTAP İNTERNETTEN KOLAYCA ALINABİLİR”
– Son olarak, kitabınıza ilgi nasıl?
“Rusya’nın Sırları” çıkalı üç hafta oldu, kamuoyunda dikkat çektiğini görüyorum. Tabii bunda medyada geniş yer bulmasının da rolü var. Bazı kitapevlerinde bittiğini duyuyorum, kitabı bulmakta sıkıntı çekenler internetten kolayca alabilir.