Türkiye’de yat ve tekne endüstrisi özellikle 2011 krizinden sonra koşar adımlarla olmasa da büyüyor. Özellikle süper yat imalatı konusunda uzmanlaşırken, işçilik maliyeti ve imalat kalitesindeki avantajlar Avrupa yat ve tekne pazarlarında Türkiye’nin adını sıklıkla duyuruyor.
Gelişmiş ülkelerin tarihini incelediğinizde denizciliğin ve deniz kültürünün ne denli önemsendiğini ve çoğu ülkede bir devlet politikasına dönüştürüldüğünü görüyorsunuz. Sahip olunan deniz ticaret filoları, liman ve marinalar bunun göstergelerinden. Yat ve tekne sektörü, yat imalatçıları yanında, deniz motorları, donatım ekipmanları ve teçhizatı, marina, çekek ve bağlama alanları, teknik bakım ve refit işlemleri, su sporları ve distribütörleri ile oldukça büyük bir endüstri alanı. Türkiye’de sektörün büyüklüğü, yıllık yat alım satımında 450 milyon euro civarındayken, Türk yat ve tekne endüstrisinin, yan sanayi ile birlikte ekonomik büyüklüğü 5-5,5 milyar dolara ulaşıyor. Pazarın yıllık büyüme oranı ise ortalama yüzde 20’lerde. Fakat denizle olan ilgimiz daha çok ona karadan bakmakla sınırlı kalıyor.
Deniz Turizmini ve Denizciliği Geliştirme Derneği’nin (DENTUR) “Türk Yat ve Tekne Endüstrisi Raporu”na (2015) göre, Türkiye’de 50 adet marinaya ve tahmini 13 bin tekne ve yat bağlama kapasitesine karşılık örneğin İspanya’nın tamamı düzlük olan Akdeniz sahilinde 270 marinası bulunuyor. 7 bin 800 kilometre kıyı şeridi uzunluğu ile Türkiye’ye yakın olan İtalya’da ise, tekne ve yat bağlama kapasitesi 178 bin. Toplam nüfusları 12 milyon olan İsveç ve Norveç’in kayıtlı tekne sayısı 1 milyonu geçiyor. Ülkelerin kişi başına düşen tekne sayısı istatistikleri de hayli çarpıcı. 8 bin 333 kilometre denize kıyısı bulunan Türkiye’de, 2 bin kişiye bir tekne düşüyor. Bu oran Almanya’da 184 /1, İtalya’da 68/1, Hollanda’da 64/1, Avusturya’da 293/1 ve İsviçre’de ise 73/1.
“Coğrafi yapısı açısından Türkiye, yat ve tekne endüstrisinde büyük bir avantaja sahip. Buna işçilik ve malzeme kalitesini, maliyet avantajlarını, sahip olduğumuz marinaları, çekek yerlerini ve imalatçılarımızın müşteri isteklerini karşılama yetkinliğini eklersek, sektör gelişmeye çok açık” diyen Yat ve Tekne Endüstrisi Federasyonu (YATEF) Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Cüncan şöyle devam ediyor; “Fakat 2011 yılında global krizin etkisiyle yeni tekne satışları dibe vurdu. Satış ve siparişler azalırken, haksız rekabet ve ikinci el teknelerin yurt içi pazara sokulması yat ve tekne imalatçılarımızı kötü etkiledi.” YATEF, 2004 yılında, İstanbul, İzmir ve Antalya’da bulunan Deniz Endüstrisini ve Denizciliği Geliştirme, İzmir Tekne İmalatçıları Dayanışma, Marmara Yat ve Tekne İmalatçıları Derneği gibi sektör derneklerinin bir araya gelmesi ile kurulmuş yat ve tekne sektörünü endüstriyel açıdan temsil eden bir sivil toplum örgütü. Cüncan’ın bahsettiği sorunların yanı sıra Türkiye’de tekne bağlama yeri yetersizliği ve marina kiralama ücretlerinin yüksek olması gibi denizcileri denizden uzaklaştıran başka sorunlar da var.
Denizcilik Müsteşarlığı tarafından 2008 yılında yapılan araştırmaya göre Türkiye’de, değişik boy ve cinslerde yaklaşık 70 – 75 bin tekne bulunuyor. Bunların 8 bini muhtelif boyda yelkenli tekne, 24 bini içten takma motorlu, 18 bin 500’ü dıştan takma motorlu ve 11 bin 500’ü motorlu şişme bot. Araştırma 2008 yılında yapılmış olmasına rağmen, global krizin yarattığı durgunluk ve resesyon nedeniyle rakamlarda ciddi bir artış yaşanmadığı tahmin ediliyor.
Yat ve tekne imalatında söz sahibi olan ülkelerde, aslında sektörün bir devlet politikası olarak desteklendiği biliniyor. “Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ve Ege Denizi’nde imalat ve yat turizmi alanında bir merkez olması, temel strateji olarak değerlendirilmeli. Bu strateji, deniz turizminde global ölçüde yaşanan durgunluğu kendi lehimize avantaja çevirmeyi sağlayacaktır” diyen Cüncan sözlerini sürdürüyor: “Türk yat ve tekne imalat sektörü, kişiye özel imalat, kalite, teknolojiye kolay uyum, yeni tasarımlar ve işçilik maliyet avantajı ile öne çıkabilir.” Marina ve yat bağlama alanlarının artması gerektiğine vurgu yapan Cüncan tekneparklarla ilgili de bir konuda uyarıda bulunuyor; “Boğaz kıyılarına yapılan tekne park projeleri iyi planlama yapıldığı takdirde sektöre katkı sağlayacaktır. Fakat İspark (İstmarin) maalesef küçük tekne sahibi amatör denizcinin kullanabildiği bir proje değil. Tercihimiz ufak tekne sahiplerinin römorklarıyla gelip rampadan teknesini denize indirebileceği yerler projelendirmek.”
Ayrıca mevcut imalat yerlerinin artık yetmemesi ve bir takım alt yapı sorunları da mevcut. Cüncan , “Ülkemizde yeterli yat ve tekne imalat alanı ve bu konuda uzmanlaşmış organize sanayi bölgesi çok az ve yetersiz. Tuzla bölgesinde, gemi inşa tersaneleri arasına sıkışmış ve gelişme alanı olmayan bir yat ve tekne imalat sektörü var ki, ileriye yönelik gelişme göstermesi mümkün değil” diyor. Antalya Serbest Bölge’de bulunan yat ve tekne imalatçıları ise, bölgeyi bir imalat merkezi haline getirmiş olsa da denize indirme, denizde bakım ve donatım yetersizliği gibi alt yapı sorunlarıyla boğuşuyor. Serbest bölge artık ihtiyacı karşılamada yetersiz kalıyor. İzmir Çaltıdere projesi ise bu konuda sektör ve ülke adına umut verici bir proje. İzmir, 130 yat-tekne üreticisine hizmet vermesi planlanan Tekme İmal ve Çekek Merkezi tamamlandığında sahip olacağı kuru havuzu, kızak sistemi, travel lift sistemleri ve tekne fuar alanı ile yat imalatçılarına uygun alt yapıyı sağlayan bir yat imalat merkezi olacak.
Teknelerden alınan KDV (katma değer vergisi) ve ÖTV (özel tüketim vergisi) konusunda iyileştirme bekleyen sektör, teknelere uygulanan yüzde 8 oranındaki ÖTV’de ve ayrıca KDV’de ya tamamen verginin kaldırılmasını ya da oranın minimuma çekilmesini, denizciliğin gelişimi açısından önemsiyor. Yat ve tekne imalatçıları için işletme giderleri; mevcut SSK, belediye harçları ve diğer vergiler nedeniyle yükselirken Türkiye’nin en büyük rekabet kozu işçilik maliyetlerini artırıyor. Bu da yurtdışından gelen yat ve tekne taleplerinin, Polonya, Slovakya, Romanya gibi ülkelere kayması ile sonuçlanıyor.