Hayatının büyük bir kısmını İngiltere dışında Avustralya, Singapur, Japonya, Hong Kong, Jersey, Pakistan ve Tayvan gibi ülkelerde üst düzey yöneticilik yaparak geçiren HSBC Türkiye CEO’su Martin Spurling, 1 Eylül itibariyle görevini James Emmett’a bırakıp iş hayatında ilk kez İngiltere’de çalışacak. HSBC Avrupa ve Orta Doğu Afrika (EMEA) Bölgesi Bireysel Bankacılık Başkanı olarak bankacılığa devam edecek olan Spurling, aynı zamanda HSBC Grup Genel Müdürü ve HSBC Türkiye Yönetim Kurulu Üyesi olarak çalışmayı sürdürecek. Dört yıl çalıştığı görevi bırakmasına bir hafta kala görüştüğümüz Spurling, “Ayrılma vakti ve ben bu işimi özleyeceğim” diyerek Türkiye’ye veda ediyor.
Türkiye’nin güzellikleri karşısında çok etkilendiğini, hatta şok olduğunu belirten Spurling, Türkiye’nin çok etkileyici bir hikayesi olduğu kanaatinde. “Türkiye çok önemli fırsatlara sahip” diyen Spurling, bu potansiyel ve fırsatların dış dünya tarafından bilinmediğini, bunun anlatılması gerektiğini söylüyor. Özellikle eğitimli genç nüfusun Türkiye’nin itici gücü olduğuna dikkat çeken Spurling, “Bankacılıkta Türkiye’den öğreneceğimiz çok şey var. Hem düzenlemeler hem de buradaki inovasyondan alacağımız çok şey var” diyor.
Çocukluğundan itibaren farklı ülkelerde yaşayan Spurling, 25 yıldır büyüyen pazarlarda çalıştığının ancak Türk insanının bu ülke insanlarına kıyasla da daha girişimci bir yapıya sahip olduğunun altını çiziyor. Güçlü bir uluslararası yöneticilik deneyimine sahip olan Spurling ile Türkiye’nin fırsatlarından Türk bankacılığına, Türk mutfağından müziğine ve uluslararası bir CEO’nun ailesi ile ilişkilerine, yaşadıkları zorluklara kadar geniş bir söyleşi yaptık. İşte Martin Spurling’in gözünden Türkiye hikayesi…
HSBC Türkiye CEO’luğu görevine başlamadan önce Türkiye hakkındaki düşünceleriniz nasıldı ve bu düşünceleriniz değişti mi?
Yabancıların Türkiye’ye gelmeden önce bu ülkenin ne kadar iyi olduğuna dair hiçbir fikirleri olmuyor. Benim de Türkiye hakkında çok fazla bilgim yoktu. Buraya geldiğimde Türkiye’nin güzellikleri karşısında çok etkilendim, hatta şok oldum. Dört yıla yakın bir zamandır İstanbul’da yaşıyorum. Türkiye’nin hikayesi çok etkileyici. Türkiye çok önemli fırsatlara sahip. HSBC olarak Türk insanının enerjisini, girişimci ruhunu, zor pazarlarda iş yapma becerilerini, kısaca Türkiye hikayesini dışarıda anlatmak için büyük bir şansımız var.
Ne tür fırsatlar görüyor ve nasıl bir Türkiye hikayesi çiziyorsunuz?
Türkiye dışarıda anlaşılmıyor veya yanlış anlaşılıyor. Dış dünya Türkiye’ye baktığında ortalama bir ülke olarak görüyor. Buradaki insanların enerjisi, dinamikliği görülmüyor. Yabancı yatırımcılar; nüfusun genç, dinamik olduğunu, hükümetin ekonomide attığı adımları, istikrarı, güçlü bankacılık sistemini, milli gelire kıyasla borçlanma oranının düşük olduğunu görebilseler Türkiye’ye bakışları değişir ve buraya daha çok gelirler.
Türkiye’de gördüğüm temel fırsat ise giderek artan eğitimli işgücü. Bu genç nüfus; mühendisler, iktisatçılar, girişimciler yurtdışında eğitim görüp, uluslararası deneyime sahip olarak Türkiye’ye geliyorlar. Eğitimli bu işgücü Avrupa’nın yüzde 35-40 civarında bir maliyetle üretim yapıp ürünlerini tır ile iki günde Berlin’e gönderebiliyor. Otomotiv, demir çelik sektörünün gelişimi de buradaki fırsatı gösteriyor. Türkiye’de daha düşük maliyetle yüksek kaliteli ürün üretilebiliyor.
Bunun Çin ya da Hindistan’dan farkı ne?
Orada da düşük maliyetli üretim yapılıyor. Ancak kalitesi bu kadar iyi değil. Ayrıca bu ülkelerin pazarlara mesafesi çok uzak. Şayet düşük maliyetli olsun, kalitesi iyi olmasın ve birkaç hafta da bekleriz diyorsanız o ülkeleri tercih edebilirsiniz. Ama daha kaliteli ürünü iki günde teslim alalım diyorsanız Türkiye bunu sağlıyor.
Türkiye’nin fırsatlarına dönersek…
Türkiye’nin fırsatlarını sıralarsak; birinci olarak Türkiye’nin dış dünya ile olan iletişim açığını kapatıp fırsatlarını iyi bir şekilde anlatması lazım. İkincisi yüksek kaliteli ürünlerini dış pazarlara daha etkin tanıtıp, pazarlayabilmesi lazım. Üçüncü olarak Türkiye, dünya ile giderek daha entegre pazar haline geliyor. Bugün yüzde 3-4 büyüme oranları düşük bulunuyor ama Avrupa’da büyüme oranları yüzde 0-1’lerde. Dolayısıyla yatırımcılar için büyüyen bir pazar olarak daha cazip bir ülke haline geliyor. Dördüncü fırsat buradaki Türk yetenekleri. Türk insanının enerjisi, girişimciliği ve ilişki yönetimi çok güçlü. HSBC için de bu konular çok önemli. Türk şirketleri yurtdışına açılıp bu özellikleri oralara da aktarabilirler. Buna örnek olarak şunu verebilirim; Türkiye’ye geldiğimizde yurtdışındaki Türk çalışan sayımız beş-altı civarındaydı. Bugün sayı 29’a çıktı ve bunu 65’e çıkarmayı hedefliyoruz. Türkiye’de bankacılık kalitesi çok yüksek. Buradaki yetenekleri dışarıya ihraç etmek önemli bir fırsat. Beşinci fırsat olarak da Türkiye’nin tarihi tecrübelerini sayabilirim. Buradaki insanlar gelişmekte olan piyasa ortamında çalışmaya, iş yapmaya çok alışık.
Türkiye kendini niye anlatamıyor, tanıtımda eksiği nedir?
Türkiye’nin kendini iyi anlatamamasının iki sebebi var. 15 yıl öncesine gittiğimizde Türkiye içe kapalı, kendi sorunları ile boğuşan bir ülkeydi. 2000’li yıllardan itibaren dışarıya daha çok açıldı, Türk iş dünyasının dünya ile bağlantıları arttı. Ancak algıyı değiştirmek zaman alıyor. Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerin de kültürel değişimlerini anlatmaları zaman aldı. Son 10-15 yılda ekonomik istikrar yakalandı, bu da dış dünya tarafından fark edilmeye başlandı. Burada kalıcı bir değişim yaşandı ve yeterince zaman geçti. Biz iş dünyasının, herkesin sorumluluğu bu hikayeyi dışarıya satmak.
Siz “istikrar yakalandı” dediniz ancak kredi derecelendirme kuruluşları bugünlerde siyasi riske dikkat çekiyor; siz risk görüyor musunuz?
Türkiye’de her ülkede olduğu gibi seçim dönemleri yaşanıyor. Seçim dönemleri değişim anlamına geliyor, değişim de belirsizlik… Belirsizlik iş dünyasının hoşlanmadığı bir şeydir. İktidar partisinin çoğunluğu devam ettirdiği ve politikalarda bir değişimin olmayacağı görüldüğü için bugün iş dünyası bir risk görmüyor.
Bank Asya ile ilgili gelişmeler sizi endişelendiriyor mu?
Bankacılık sektörü ekonominin kalbidir ve güvene dayalı bir sektördür. Dolayısıyla gerek bankacılık sektörü, gerek düzenleyici kurumlar, gerek hükümet, gerekse medyanın, kısaca herkesin bankacılık sektörünün ayakta kalmasını sağlamak adına sorumluluğu var. Hiçbir şekilde söylenti olmaması lazım. Bir banka ya ayaktadır ya da değildir. Bunların iyi yönetilmesi lazım.
Türk insanı ne kadar girişimci?
25 yıldır hızlı büyüyen pazarlarda çalıştım. Ama çalıştığım diğer ülkelere kıyasla da Türk insanını daha girişimci. Bunun en iyi göstergesi krizle çok iyi baş edebilmeleri. Ben ekibime bir deprem riski karşısında veya döviz piyasasındaki hızlı değişime karşı planınız nedir dediğimde, hemen çekmeceden bir plan çıkarıp üzerindeki tozu üfleyip önüme veriyorlar. Bunu zaten daha önce yaşamışlar. Krizi şok edici bulup tedirgin olmuyorlar. Batı’da biz bunu daha karmaşık şekilde ele alıyoruz. Bir problem olduğu zaman komiteler kurulur, kağıtlar hazırlanır, karar verecek kademeler olur. Burada hızlı karar alınabiliyor. Diğer yandan Türk kültürü daha çok ilişkiye dayalı bir kültür. Bir şeyi sevip sevmediğini, siyah ya da beyaz söyleyebiliyorlar. Diğer kültürlerde bunu çok daha farklı yönetiyorlar.
Bir Avrupalı olarak siz bu kültürle nasıl bir uyum problemi yaşadınız?
Ben İngiliz vatandaşıyım ama hiçbir zaman İngiltere’de çalışmadım. O nedenle çok şanslıyım ve bir problem yaşamadım. Benim prensiplerim; güven, enerji, olduğun gibi olmak. Bunların hepsi buraya uyuyor. Bir de ben bütün uluslararası firmalarda olduğu gibi HSBC Türkiye ile HSBC Grup arasında bir iletişim köprüsü vazifesi gördüm. O iletişim tarzını birbirlerine yaklaştırdım. Ancak bu durumun problem olduğu başka yerler görüyorum. Yani Türk ile Amerika, Avrupa kültürü uyuşmazlığının problem olduğunu başka firmalarda gözlemledim. Ama benim için problem olmadı, hatta benim için zevkti.
Türkiye’de bankacılığın yerel bir iş olduğu ve yabancı bir CEO’nun burada başarılı olamayacağı kanaati var. Siz bu fikri ne kadar doğru buluyorsunuz?
Sadece burada faaliyet gösteren bir Türk bankasıysanız zor olabilir ama HSBC uluslararası bir banka. Hedefi de Türkiye’nin öncü uluslararası bankası olmak. Uluslararası olmak istiyorsa uluslararası insanlara ihtiyacı var. Bunun illa da CEO olması gerekmiyor ama uluslararası zihniyete sahip çalışanlara ihtiyacı var. HSBC uluslararası bir banka olarak hareket ettiği için yabancı bir CEO’da bunu çok daha güçlü bir şekilde ifade edebiliyor. Ayrıca Türk insanını dışarı çıkarıp orada uluslararası deneyim kazandıktan sonra buraya CEO olması gibi hedeflerimiz var. Bu dış dünyayı da, Türkiye’yi de iyi bilen bir CEO olacak. Henüz geçiş dönemi olduğu için bir yabancı CEO’ya sahibiz. Sonuçta benim için dil bilmemek bir engeldi ancak bankadaki ekibimin desteğiyle bu sorunu kolay aşabildik. 13 kişilik yönetim ekibimizin sadece ikisi yabancı. 6 bin çalışanımızın sadece 19’u yabancı. Temelde bir Türk firmasıyız ama HSBC’nin uluslararası deneyimine sahibiz.
Dil dışında ne tür zorluklar yaşadınız?
Burada doğup büyümediğim için kültürü, tarihi, siyaseti, buradaki ilişkileri anlamak zor oldu. Bunları anlamak bir yıldan uzun bir zaman alıyor. Bu öğrendiklerini faaliyete geçirme aşamasına geldiğinizde de ikinci üçüncü yıl doluyor. Bunları öğrenip tam deneyim kazanmışken buradan ayrılıyorum. Ama bu uluslararası çalışmanın doğasında var. Bir diğer sorun ise ilk geldiğinizde “Sen yabancısın anlamıyorsun” algısı olduğu için daha aşağıdan bir yerden başlıyorsunuz. Daha çok çalışıp yukarı çıkmak gerekiyor.
Türkiye’de sizi en çok ne etkiledi?
Türkiye tarihi, kültürel zenginliğe sahip bir ülke. Hava çok güzel ve insanlar çok misafirperver. Bütün bunlar beni çok etkiledi. Bunların bir araya gelmesi Türkiye’yi ve İstanbul’u çok iyi bir lokasyon yapıyor.
Türk mutfağını nasıl buluyorsunuz?
Türkiye dışarıda sadece kebabı ve döneri ile tanınıyor. Bunlar da sadece sokak satıcılarından bilindiği için bir fast-food gibi görünüyor. Ama Türkiye’ye geldiğimde şunu gördüm; burada yeme içme bir kültür. Türkiye’de deniz ürünlerinin, pasta-börek gibi pastane ürünlerinin çok fazla olduğunu gördüm. Türk şaraplarının kalitesi şaşırtıcı derecede iyi. Türkiye çok iyi bir şarap üreticisi.
En sevdiğiniz yemek ne?
Kebap ve baklavayı çok sevdim. Farklı şehirlerde kebap ve baklavanın farklı olduğunu gördüm. Ayrıca hangi kebabı seviyorsun sorusuna isim vermenin sıkıntı yarattığını gördüm. Aynen Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş gibi hangisini sevdiğinizi söylediğinizde diğerleri kırılıyor. Kebapta da isim verdiğinde Adana veya Urfa gibi o şehrin dışında kalanlar bu duruma tepki gösteriyor veya üzülüyor.
İstanbul’da sizi en fazla etkileyen yer neresi oldu?
Tarihi yarımada beni çok etkiledi. Burası benim için sadece İstanbul’un değil tüm Türkiye kültürünün bir bileşenini sembolize ediyor.
İstanbul dışında Türkiye’de sizi en fazla etkileyen yer neresi oldu?
Efes çok etkileyici. Şu ana kadar gördüğüm en eski tarihi yerlerden biri. Ayrıca Pamukkale, çok etkileyici. Şube ziyaretleri dolayısıyla birçok yere gittim. Hep söylüyorum İstanbul Türkiye’yi temsil etmiyor. Çünkü Türkiye’nin doğusu, kuzeyi, güneyi, batısı birbirinden çok farklı. Bu farklılıkları görmek benim için çok keyifli oldu.
Başka etkilendiğiniz bir yer var mı?
Ben coğrafya okudum, yapılarla çok ilgiliyim. Kapadokya’nın yapısı beni çok etkiledi. Kapadokya’yı balonla görebilmek büyüleyiciydi. Bir de Gelibolu’dan çok etkilendim. Batı’da tarih kitaplarında hep ne kadar büyük bir yenilgi aldığımızı, Türk ordusunun bizi mahvettiği anlatılır. Ancak Gelibolu’daki anıtların her iki tarafı da onurlandırdığını gördüm ve çok etkilendim.
Hep memleketinizin dışında çalışmış biri olarak dışarıda çalışmanın en büyük sorunu nedir? İş ve aile dengesini nasıl kurdunuz?
Dışarıda çalıştığınızda en büyük sorunu ailenizle yaşıyorsunuz. İş ve aile dengesini kuramama problemi var. Her zaman denge yüzde 75’in üzerinde işten yana oluyor. Sürekli farklı yerlerde yöneticilik yapmanın bir diğer olumsuzluğunu ise çocuklarınız yaşıyor. Çocuklarınıza nasıl ve nerede eğitim aldıracaksınız? Gittiğiniz her yere götürüp o ülkede eğitime devam etmeleri çocuklara büyük bir haksızlık. Çünkü her ülkenin eğitimi birbirinden farklı. Bu nedenle çocuklarım (Tate 15 yaşında, Carter 17 yaşında) 13 yaşından beri yatılı okulda okuyor. İngiltere’de yaşadıkları için onları özlüyorum. Onlarla yeterince zaman geçiremiyorum. Çocuklar açısından benim işimin pozitif tarafı ise uluslararası deneyim kazanmaları. Ben de çocukken başka ülke deneyimlerim olmuştu.
Bir bankanın CEO’su konumundasınız ama çocuklarınız çocuk yaşta yatılı okulda okumak durumunda kalıyor. Bu durumdan dolayı aranızda bir kopukluk oluyor mu?
Çocuklarımın bana hiçbir kırgınlıkları yok. Çünkü kırgınlıkları olan çocuklar genellikle iki-üç yılda bir babayla ve anneyle yaşadığı yerler değişen çocuklar. Benim çocuklarım 13 yaşından beri yatılı okuldalar, beş yıldan beri arkadaşları değişmiyor. Yılda birkaç kez gelip İstanbul’u ziyaret ediyorlar. Ben ve eşim sıkça gitmeye çalışıyoruz.
Eşiniz Barbara Hanım da İstanbul’da sizinle birlikte. O ne tür zorluklar yaşadı?
Bu durum eşler için her zaman daha zor. Çünkü ben iş ortamındayım ve burada yoğunlukla İngilizce konuşulabiliyor. Ancak eşim Amerikalı, ben İngiliz’im ve biz Tokyo’da tanıştık. Dolayısıyla eşim zaten uluslararası zihniyete sahip bir insandı. Farklı ülkeleri gezmeyi, farklı kültürleri öğrenmeyi çok seviyor. O da benim gibi Türkiye’nin tarihi, kültürel dokusundan çok etkilendi. İstanbul’da dört yıl sonra bile daha önce hiç gitmediğimiz bir sokak, farklı bir restoran keşfedebiliyoruz. Eşimle birlikte bugüne kadar 10 farklı ülkede yaşadık ama buradan ayrılırken daha fazla arkadaşımız, dostumuzdan ayrılacağız. Yani burada Tokyo’da, Pakistan’dan daha fazla görüşebileceğimiz arkadaş edinerek ayrılıyoruz.
Türk müziği, dansını sevebildiniz mi?
Her zaman iş, iş, iş… Birkaç konsere gittim ama iş yoğunluğum nedeniyle Türk müziği ile çok fazla yakınlaşmam olamadı. Bu nedenle bir sanatçı ismi veremem. Ancak Türk dansına (oynama mı, halay mı diyorsunuz) bayılıyorum. Özellikle buradaki düğünlerde harcadığım enerjiyi dünyanın hiçbir yerindeki bir düğünde harcamadım.
Hem sizin yerinize gelecek olan James Emmett hem de İstanbul’a gelecek olan diğer yabancı yöneticilere birkaç maddede sıralarsanız ne tür nasihatlar verirsiniz?
Birincisi Türkiye’nin İstanbul’dan ibaret olmadığını bilmeleri gerekiyor. Türkiye hem iş dünyası hem de kültürel olarak çok daha geniş yelpazeye sahip. İkincisi daha önce de söylediğim gibi Türkiye’nin göründüğünden daha gelişmiş bir ülke olduğu fikrine açık olmaları gerekir. Burası dışarıdan göründüğünden çok daha fazlası. Üçüncüsü de buradaki yeteneklerden çok faydalanmalılar. Özellikle bankacılık sektöründeki işgücü yeteneği çok güçlü. Bankacılıkta Türkiye’den öğreneceğimiz çok şey var. Hem düzenlemeler hem de buradaki inovasyondan alacağımız çok şey var.
Bir demecinizde “Türkiye tam bir bankacılık cenneti ve ben HSBC’deki en iyi işi buldum” diyorsunuz. Türkiye bankacılıkta nasıl bir cennet?
HSBC Türkiye CEO’su olmak kesinlikle HSBC’de şu ana kadarki en iyi işim. Ayrılma vakti ve ben bu işimi özleyeceğim. Bankacılıkta birkaç yıl öncesine göre düzenlemelerin de etkisiyle marjlar önemli oranda düştü. Makro ekonomik istikrarı sağlamak ve cari açığı sürdürülebilir seviyelere çekmek için atılan adımlar doğruydu. Ancak kredi büyümesini sınırlamaya yönelik adımların hepsinin aynı dönemde uygulanmasına dikkat edilmesi gerekiyordu. Ama Türkiye’de önümüzdeki beş yılda bankacılığa hâlâ 5 milyon yeni müşterinin geleceğine inanıyoruz. Borcun milli gelire oranı diğer ülkelerle kıyaslandığında çok düşük. Bu anlamda kredilerde ciddi büyüme potansiyeli var. Bunları bir araya getirdiğimizde Türkiye bankacılıkta cennet olma pozisyonunu hala devam ettiriyor.
HSBC Demirbank’ı satın alarak çok iyi bir fırsat yakaladı. Türkiye’de o dönem ciddi bir sermaye problemi yaşanıyordu ve HSBC’nin o şartlarda ilk beş arasına girmemesi için hiçbir neden yoktu. HSBC Demirbank sonrası beklenen hamleyi yapmadı. Türkiye’deki durumunuzu yeterli buluyor musunuz?
Bu satın almayı yaptığımızda da ilk beş banka arasında olmak gibi bir stratejimiz ve hedefimiz yoktu. Küresel bir banka olarak küresel fırsatları yakalamayı hedefliyorduk. Bizim için aktif büyüklükten ziyade sürdürülebilir kârlılık daha önemli. Türkiye’de çok güçlü bir bankacılık var, bir satın alma yapmadan ilk sıradaki bankalarla rekabet etmek zor. Bizim tarzımız hacim yerine yarattığımız değere odaklı olmaya dayanıyor. Piraye Hanım’ın (HSBC Türkiye eski CEO’su Piraye Antika) yaptıkları çok başarılı ve doğruydu. Demirbank’ı satın alarak HSBC’yi Türkiye’de butik bir yatırım bankası olmaktan çıkarıp çok ciddi büyüttü. Demirbank Türkiye pazarında iyi bir yer edinmemizi sağladı. Bizim için iyi bir platform sağladı. Bu platformun üzerine inşa ederek yola devam ediyoruz. HSBC olarak Türkiye’deki durumumuzdan memnunuz. Burada hazine işlemlerinde bazen yüzde 20 pazar paylarına ulaşıyoruz, dış ticaretin finansmanında payımız yüzde 6’lar civarında, nakit yönetimi, uluslararası ilişkilerde öyle. Bu tür güçlü olduğumuz alanlarda büyümeye odaklanacağız.