Türk lirasında ‘pozitif ayrışma’ beklentisi artıyor

0
29

Yurt içi ve yurt dışında gündemin “normalleşmesi” ile Türk lirasının emsallerinden pozitif yönde ayrışarak ortalamalara yaklaşmak için değer kazanma sürecine gireceği beklentileri yükseliyor.

Gelişmekte olan ülke para birimlerinin ortalamasına bakıldığında, 2016 yılında dolar karşısında yatay bir seyir izlendiği görülürken, TL, 15 Temmuz darbe girişimi, uluslararası derecelendirme kuruluşlarının not indirimleri ve jeopolitik gelişmeler başta olmak üzere çeşitli nedenlerle negatif ayrışarak dolar karşısında yaklaşık yüzde 21 değer kaybetmişti. 2017 yılında, negatif ayrışmanın sınırlansa da devam ettiği ve dolara karşı gelişmekte olan ülke para birimlerinin ortalama yüzde 2,5 değer kazandığı bu dönemde TL’nin yüzde 5,8 gerilediği görülüyor.

Analistler, uzun zamandır negatif ayrışan TL’nin, yurt içinde OHAL ve referandum sürecinin sonlanması, Suriye’de tarafların anlaşması ve bir şekilde ateşkesin sağlanması, yurt dışında ise para politikalarına ilişkin belirsizliğin azalması durumunda, pozitif bir seyirle emsalleri ile arasındaki farkı kapatacağını tahmin ediyor.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından hesaplanan reel efektif kur endeksinin tarihsel ortalamaların oldukça altında olması da ekonomi ve politika gündeminin normalleşmeye başlaması ile birlikte TL’nin ortalamalara yaklaşmak için değer kazanma sürecine gireceği, dolayısıyla emsallerinden önemli oranda pozitif ayrışacağı beklentilerini artırıyor.

Soruları yanıtlayan ekonomistler TL’nin emsallerine göre ucuz kaldığı görüşünde birleşirken, bu yıl içinde pozitif ayrışma süreciyle birlikte bu farkın kapanabileceği tahmininde bulunuyor.

Ziraat Bankası Ekonomisti Bora Tamer Yılmaz, enflasyon ve nominal kur gelişmelerine göre hesaplanan reel kur endeksinin Şubat ayında 88,8’e gerilediğini hatırlatarak, TL’nin, 2003 yılından beri reel anlamda en düşük seviyesinde olduğunu kaydetti.

“TL’nin mevcut seviyesi hak ettiği değerden yaklaşık yüzde 30 daha düşük”
Reel kuru, ileriye yönelik kur tahminleri, enflasyon beklentileri ve verimlilik artışı ile düzelterek kendi hesaplamaları ile baktıklarında TL’nin mevcut seviyesinin hak ettiği değerden yaklaşık yüzde 30 daha düşük çıktığını ifade eden Yılmaz, “Son dönemde çeşitli uluslararası yatırım kuruluşlarının da benzer değerler açıkladıklarını takip etmekteyiz. Yatırımcılar gelecekteki enflasyon farklılığını dikkate alarak TL’yi hak ettiği değerden daha düşük seviyelerde fiyatlayabiliyorlar.” dedi.

Yılmaz, kısa vadede sermaye hareketlerinin nominal kur hareketleri üzerinde ciddi şekilde belirleyici etkiye sahip olduğuna dikkati çekerek, uzun vadede TL’nin hak ettiği değere yakın seyredebilmesi için ülkenin dış dengesinde iyileşmenin sürmesi ve enflasyonun hedefe doğru yakınsaması gerektiğini dile getirdi.

Buna karşın jeopolitik ya da siyasi açıdan risk priminde iyileşmelerin, gerek portföy gerek doğrudan yatırımlar sayesinde TL’de hızlı bir değer kazanma sürecinin fitilini ateşleyebileceğini ifade eden Yılmaz, Moody’s kararı sonrasındaki sermaye hareketlerine bağlı hızlı değer kaybı sürecinin benzerinin, ters yönde görülebileceğini tahmin etti.

Yılmaz, 21 ülkeden oluşan gelişmekte olan ülke örnekleminde, Türkiye’nin büyüme konusunda pozitif yönde ayrıştığını kaydederek, “Türkiye, son yıllarda Brezilya, Rusya, Güney Afrika, Güney Kore gibi pek çok ülkede büyüme hızı yavaşlarken hatta ekonomileri durgunluğa girerken beklentilerin üzerinde büyüme sürprizleri açıklayabilmiş bir ülke. Göreceli değerlendirildiği zaman TL’nin fonlama maliyeti büyüme istikrarını gözetecek kadar sıkı.” ifadelerini kullandı.

Yılmaz, Fed’in mart ayında açıklayacağı projeksiyonların dolar ile ilgili fiyatlamayı netleştirebileceğini, kademeli faiz arttırımına sadık kalınacak projeksiyonların gelişmekte olan ülke kurları için avantaj sağlayabileceğini ve TL’nin de bundan faydalanabileceğini aktardı.

ECB’nin de artık para politikasını normalleştirme arayışında olduğunu belirten Yılmaz, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:
“Siyasi risklerin Fransa seçimlerinin ardından Mayıs ayında ortadan kalması Avro’da güçlenmeyle sonuçlanabilir. Dış ticaret kompozisyonu hem kullanılan para birimi hem de pazar anlamında Avro’ya daha hassas Türkiye için Avro’nun değer kazanması pozitif değerlendirilebilir.”

“16 Nisan referandumu belirsizliklerin azalması bakımından oldukça önemli”
Turkey Macro View (TMV) Consulting Yönetici Direktörü İnanç Sözer kendi hesaplamaları ile TL’nin, yılbaşında reel olarak Ekim 2002’den beri en düşük seviyesine gerilediğini kaydederek, “61 ülke para biriminin reel değerleri 15 yıllık ortalamaları ile kıyaslanıp sıralandığında, TL’nin en ucuz üçüncü para birimi olduğu görülmektedir. Dolayısıyla hangi metrikle bakılırsa bakılsın, TL’nin aşırı ucuz olduğu aşikar.” dedi.

Ocak ortasından beri TL’nin bir miktar toparlandığına, daha da önemlisi oynaklığın kayda değer bir şekilde azaldığına ancak, süregelen küresel ve bölgesel gelişmelerin TL’nin yeni en düşük seviyesine gerilemesi riskinin gündemde kalmasına neden olduğuna dikkati çeken Sözer “TL’deki bu zayıflıkta, küresel çapta doların değerlenmesinin yanı sıra jeopolitik gelişmeler ve ekonomideki risklere karşı gereken bazı önlemlerin Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi gecikmeli olarak reaksiyon verilmesi sebep oldu.” ifadelerini kullandı.
Sözer, söz konusu riskleri bertaraf edilerek yatırımcı algısını düzeltecek yapısal reformların ve öngörülebilirliği artırıcı kararların hızla hayata geçirilmesinin TL’nin kayda değer bir şekilde değerlenmesini sağlayabileceğine değinerek, 16 Nisan referandumunun belirsizliklerin azalması bakımından oldukça önemli olduğunu dile getirdi.
Öte yandan piyasada rakip ülkelerin tahvil getirileri ile kıyaslandığında, Türkiye Hazinesi’nce ihraç edilen gerek TL gerek döviz cinsi tahvillerin açık ara en yüksek getiriye sahip varlıklardan olduğunu söyleyen Sözer, “Enflasyon görünümünün yıl ortasından itibaren sınırlı seviyede gerileyeceğini ve yatırımcı algısını iyileştirebildiğimiz ölçüde söz konusu cazibesi yüksek Türk tahvillerine sermaye girişleri görebileceğimizi düşünüyoruz.” dedi.

Sözer, son dönemdeki canlanmaya rağmen küresel enflasyonist emarelerin de kırılgan olduğunu düşündüğünü, petrol fiyatlarındaki düşüşün ardından Mart’tan itibaren küresel enflasyonun bir miktar yavaşladığının görüleceğini belirterek, bu perspektifle ECB’nin olağanüstü genişlemeci para politikası duruşundan çıkışının oldukça uzun bir zaman alacağını ve Fed’in 2017’de endişe edildiği gibi dört kez faiz artırımı yapmasının da mümkün olamayacağını öngördü.

Bu durumun sonucunda kısa soluklu da olsa gelişmekte olan ülke para birimleriyle birlikte TL lehine bir fiyatlamaya işaret ettiğini aktaran Sözer, “Kısa vadede ise TCMB’nin 16 Mart’ta alacağı karar oldukça kritik görünüyor. TCMB’nin makroekonomik istikrarı güçlendirmeye yönelik bir adım atması durumunda TL’nin kısa sürede dolar karşısında değerlenme sürecine girebileceğini düşünüyorum.” ifadelerini kullandı.

“TL’deki negatif ayrışma yerini dengelere dönme çabasına bıraktı”
DenizBank Yatırım Hizmetleri Grubu Yönetmeni Orkun Gödek ise, 2015 yılından sonra girilen seçim döngüsünün uzun yıllardır Türkiye’de tartışma konusu olmayan bir konuyu yeniden gündeme getirdiğini belirterek, “Artan jeopolitik riskler, yurt içi gelişmeler, Brexit referandumu, 15 Temmuz başarısız darbe girişimi ve sonrasında gerçekleşen kredi notu güncellemeleri, ABD Başkanlık seçimi ve Fed’in normalleşme sürecine dair beklentiler TL’nin de dahil olduğu gelişmekte olan ülke para birimleri grubunda satış baskısı oluşmasına neden oldu.” dedi.

Gödek, yurt içinde gündemin negatif ayrışma ortamını kolaylaştırdığını da unutmamak gerektiğini ifade ederek, özellikle 2015 sonrasında Suriye kaynaklı jeopolitik riskler nedeniyle Türk lirası cinsinden değerlenen varlıkların negatif ayrıştığını söyledi.

Suriye ile ilgili Cenevre ve Astana süreçlerinin işlemeye başlaması ile birlikte TL’deki negatif ayrışmanın yerini dengelere dönme çabasına bıraktığını hatırlatan Gödek, yurt içinde OHAL’in gündeme gelmesinin yabancı yatırımcı nezdinde tedirginliğe neden olduğunu, ancak sürdürülebilir olmadığının ve koşulların olağanüstü nedenlerle gündeme geldiğinin herkes tarafından bilindiğini ifade etti.

Gödek, OHAL’in sonlanmasının Türkiye ve Türk varlıkları açısından olumlu etki yaratacağını kaydederek, “Keza referandum da öyle. Seçimler her zaman için hangi ülkede olursa olsun belirsizlik ve negatif ayrışma nedenlerinden birisidir. Belirsizliğin azalması önemli.” şeklinde konuştu.

Gödek, reel faizin farklı yöntemlerle hesaplanabildiğine değinerek, değerlendirmesine şöyle devam etti:
“Basit hesapla enflasyon ve 10 yıllık tahvil faizleri üzerinden baktığımızda Ocak ayı verileriyle reel faiz olarak Türkiye, ABD, Almanya, Japonya, Çin gibi gelişmiş ülkelerin önünde konumlanırken, emsallerine göre ise geride kalıyor. Uzun vadeli varlık fiyatlamalarına göre ise hala yıllık bazda dolar cinsinden ucuz kalmış bir hisse senedi piyasası ve zayıflamış yerel para birimimiz söz konusu.”

ABD’de maliye politikası ile ekonomiye nasıl bir ek katkı sağlanacağı konusunun hala belirsiz olduğunu kaydeden Gödek, vergi indirimi ile sağlanmak istenen konfor alanının en erken 2017’nin ikinci yarısına ya da 2018’e kalacak gibi göründüğünü ifade etti. Gödek, Fed’in kullanacağı iletişim dilinin önemine dikkati çekerek, doların değeri açısından pusulanın Fed olacağını, TL’nin de emsalleri ile paralel hareket etmesinde bir sorun görmediğini dile getirdi.