Trump ile yaşamak

0
27

Türkiye’nin aylarca duran saati, referandumun ardından yeniden tıklamaya başlarken bu ay Erdoğan ve Trump arasında gerçekleşecek görüşmenin ardından Türk-Amerikan ilişkilerinin de benzer bir yeni başlangıç yapması bekleniyor. Türk-Amerikan İşadamları Derneği (TABA-AmCham) Başkanı Bora Gürçay, bu dönemde akıllı hareket etmenin Türkiye için iyi sonuçlar vereceğine inanıyor. 

Gürçay, Türkiye ile ABD’nin ticaret hacmini sıkıştığı yerden çıkarmak için yıllardan beri çabalıyor. 17-18 milyar dolarlık bu rakam şimdiye kadar yerinden pek kıpırdamadı ama Gürçay özellikle KOBİ’leri işin içine sokarak burada gelişme sağlanabileceğine inanıyor. Gürçay’ın söylediklerinden ortaya çıkan resim, Trump’ın bütün öngörülemezliklerine karşın işadamı bakış açısıyla iyi sonuçlara vesile olabileceği şeklinde.

Gürçay, “Ticaret odası mantalitesi ile, bir ticaret insanının başkan olması, daha pragmatik bir insanın orada oluyor olması bizim üzerimizde pozitif bir etki yarattı. Hem icraatçı bir insan olması, hem sonuç odaklı olması; Türkiye’nin bürokraside çok zaman kaybetmeden hem politik hem de ekonomik ilişkilerini yürütmede hız kazanacağı bir döneme girdiğimizi düşündürüyor” şeklinde konuşuyor.

Eski ABD Başkanı Barrack Obama’nın son dönemlerinde ABD’de radikal kararlar ve yatırım kararlarının alınmasında yaşanan duraklamanın, Türkiye ile ilgili gelişmelerde de yarattığı gecikmenin Trump ile aşılacağına inanan Gürçay, “Şu anda beklentiler pozitif ama işlerin nereye gideceğini göreceğiz. İş yapma stili ile seçim ve başkanlığının ilk dönemindeki söylemlerinin ardından tavırları takip etme aşamasına girdik. Türkiye ile ABD’nin bölgemizde ayrılmaz iki dinamik olduğunun altının çizilmesi umut verici” diyor. Ancak bu umut, Obama’nıın son bir yılına damgasını vuran durağanlıkla karşılaştırıldığında geçerli.

Trump’ın, dünyanın kritik noktalarındaki gelişmelere askeri araçlarla müdahale etmesi, “Ben de mahalledeyim” mesajını verme ya da bayrak gösterme anlamında dikkat çekici. Ancak bunların sonucu düşünülmüş adımlar olduğunu söylemek zor ve stratejik sonuçları ile ilgili olarak da karışık işaretler taşıyor; daha çok bir yeni masaya şekil verme çabası seziliyor.

15 Temmuz kalkışmasından sonra bütün oklarını Batı’ya çevirmesi ile dış politikada sürdürülebilir olmayan bir kanala giren Türkiye’nin bu politikasının, referandumun ardından hükümetin 2019 seçimlerine kadar aldığı süre düşünüldüğünde daha akılcı bir çizgiye çekilmesi beklenebilir. Bu sayede ilişkilerin kazanacağı ivme artabilir.
Bu konudaki beklentileri netleştirmek için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump ile 16-17 Mayıs’ta yapması beklenen görüşmeyi beklemek gerekiyor. Referandum sonucunun belli olmasının ardından Trump’ın Erdoğan’ı araması ile oluşan tablo, hükümet adına olumlu bir görünüm oluşturuyor.

Gürçay bu iyimserliği, Trump’ın Trump Tower ile Türkiye’de yatırım yapmış bir işadamı olarak Türkiye’yi tanımasına ve ABD’deki seçimin hemen ardından oğlunun Türkiye’ye tatile gelmesine kadar uzanan bir ayrıntılar dizisiyle besliyor. “Aile olarak Türkiye’yi bu kadar yakından tanıyan ve bilen, dinamiklerini bilen ve burada yatırım yapılabilir olduğunu düşünen bir yapıdan bahsediyoruz. Yatırım konusunu işlerken ilk başta Trump’ın kendisinin buraya yatırım yapmış olması dikkatimizi çekiyor” diyor. Son dönemde taşınsa da TABA’nın Türkiye ofisinin iki yıl boyunca Trump Tower’da olması Gürçay’ın Trump Tower’ı yakından tanımasını sağlamış durumda.

Trump ve Erdoğan’ın özellikle bu yılın başından beri iç politikaya ağırlık vermeleri ve içerideki mekanizmaları güçlendirmek için çaba sarf etmeleri ve bu doğrultuda açıklamalar yapmaları, ikili ilişkiler konusunda -Gürçay’ın bütün pozitif bakışına karşın- çok öngörülebilir bir ifade kullanmayı güçleştiriyor.

Gürçay, iki ülkenin ticaret rakamlarının çok olumlu olmadığını kabul ediyor. Türkiye-ABD ilişkilerinin daha çok askeri dengelere odaklanırken ticari tarafta geride kaldığı konusunda şüphe yok. Erdoğan’ın Trump ile planlanan görüşmesinin hemen ardından 25 Mayıs’ta Brüksel’de gerçekleşecek NATO toplantısına katılacak olması, ilişkilerin askeri konularla sınırlı kalmaktan kurtulamayacağı izlenimini yaratan ironik bir işaret. İki lider aleyhinde çok konuştukları NATO’nun diğer liderleri ile Brüksel’de bir araya gelirken bu Trump için bir ilk olacak. Bu zirvenin, Erdoğan-Trump görüşmesinden rol çalmaması ve Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin ekonomik alanda da gelişmesi ile ilgili bir resmin oluşması mayıs ayının önemli bir gündem maddesi olacak.

Gürçay “Reel tabloya, rakamlara baktığımızda 17-18 milyar dolarlık ticaret hacmimiz, NATO içindeki ortaklığımız ve Ortadoğu’daki stratejik ortaklığımız gibi ifadelerin gücünü yansıtmıyor. Avrupa Birliği ile yaklaşık 145 milyar dolarlık bir ticaret yapıyorsunuz. Bu kadar büyük stratejik ortaklık, bu kadar büyük bölgesel ortaklık konuşuyorsak, ticaret hacminin bunun çok üzerinde olması gerekiyor. Benim hep söylediğim gibi, ticaret hacmimiz söylemlerin yanında devede kulak kalıyor” diyor. Bölgedeki diğer ülkeler, Çin ve Hindistan ile karşılaştırma bunun rakamsal verisini ortaya koyuyor

 Gürçay, “Otomotiv sanayi ile ilgili bir araştırma yaptık mesela. Detroit’te bütün dünyadan ithalat yapılan çok büyük depolar var. O depoları gezme fırsatım oldu; baktığınız zaman Türkiye’den gelen ürünlerle ilgili bölüm o kadar küçük ki. Niye bu kadar küçük? Bizim ürünlerimizin tanıtımını yapmamız; kalitesinin ve işçiliğinin ne kadar yüksek olduğunu anlatmamızla ilgili. Başka bir nedeni yok. Fiyat olarak rekabetçiyiz baktığınız zaman. Bunları bir işadamına nasıl anlatabiliriz. Bana daha rahat anlatabiliriz gibi geliyor” diyor.

Ancak işler sandığı kadar kolay olmayabilir. TEPAV Genel Sekreteri Güven Sak, bir süredir uzak coğrafyalara ihracat yapma konusunda Türkiye’nin yetersiz kaldığını yazıyor. Yakın coğrafyasına sıkışan dış ticaretin Güney Kore, Çin, Hindistan gibi global pazara mal satarak büyümeyi başarmış ülkelerle tezat oluşturduğuna da dikkat çekiyor. Geçen ay ziyaret ettiğim Tayvan’ın makine sanayii üretiminin yüzde 85’ini ihraç etmesi de çarpıcı bir veri oluşturdu. Bunu yapabilen Tayvan, makine üretimini kâr marjlarının düştüğü otomotiv sektöründen havacılığa kaydırmayı ve endüstri 4.0’a uygun makinelerle sürdürülebilir bir pazar payı elde etmeyi planlıyor. Bunu yapabilmek uzak pazarlara ihracat yapabilme yeteneği ile yakından ilgili. Karşılaştırma için, Türkiye’den THY’nin direkt uçuşu ile 11-12 saatte ulaşılan Tayvan’ın makine endüstrisinin üçüncü sıradaki ihracat pazarının Türkiye olduğunu not düşelim.

Bu karşılaştırmayı tersten okuyunca, Gürçay’ın planlarının tutmasının Türkiye’ye sadece ABD ile daha yüksek ticaret hacmi değil, dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında yer alma hedefi doğrultusunda önemli bir kabiliyet de -uzak coğrafyaya ihracat- kazandıracağını söylemek mümkün.

Gürçay’ın burada bir işadamına anlatmak derken kastettiği işadamı Donald Trump’ı yakından incelemiş olması, anlatma konusunda nelere dikkat edilmesi gerektiğinin işaretlerini de sunuyor. Gürçay, “Kafasında fiyat, kalite ve zaman olan; bunlara odaklı bir insandan bahsediyoruz. Zamanın para demek olduğunu bilen ve yatırım planları bunun üzerine kurulu bir kişiden bahsediyoruz. Trump belirli bir zaman içinde gerçekleşmesi kaydıyla bir yatırım planını anlamlı buluyor” diyor. Trump’ın en hassas olduğu konulardan biri, bürokrasiden sonra yatırım planı belirli bir sürenin üzerine çıktığında onun geri dönüşünün (return on investment-ROI) düşmesi. Gürçay, bunun fiyatı düşürdüğünü bilen Trump’ın, devlet yönetiminde de bu ilkeye sadık kalacağını ve bürokrasiyi hızlı işlemeye zorlayacağını düşünüyor.

Bu öngörünün tutması, herkesten çok son 1-1,5 yıldır Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) anlaşması konusunda çok büyük zaman harcayan TABA için, kaybedilen zamanı telafi etmek anlamında yararlı olabilir. Avrupa ve ABD’deki müzakerecilerle yakın temas içinde olan TABA, Trump’ın seçim kampanyasında söylediği gibi TTIP’yi rafa kaldırması ile bu zamanı kaybetmiş oldu. Zamanın para olduğunu bilen Gürçay, buradaki kaybı ölçebiliyor ama kaybın her şeyin yitirilmesi anlamına gelmediğini de bilerek yeni bir oyun planı kurgulamayı tercih ediyor.

Gürçay, “Ticaret paktları ile ilgili olarak ABD’nin içe dönüklüğünü reel olarak şu an gördük. Bu ne demek oluyor? Biz bu planın parçası olabilmek için çok zaman harcadık. İçinde olmak için çok çaba sarf ettiğimiz bir şey rafa kaldırıldı şu anda. Ancak bu aynı zamanda şu demek oluyor: Türkiye ile ABD arasında direkt bir gümrük birliği anlaşması olabilir. Gümrük tarifelerine maruz kalmadan sıfır gümrükle ticaret yapılabilir” diyor.

Türkiye ile ABD arasındaki ticarete konu olan 10 bin tarifeli ürünün bulunduğuna dikkat çeken Gürçay, bunların 3 bininin gümrüksüz olduğunu kaydediyor. Ancak oluşmuş olan bu tablo, Gürçay’ın beklentilerini karşılamaktan uzak: “Bu 3 bin 500 gümrüksüz üründen sadece 750 tanesi işlem görüyor. İnanabiliyor musun? İşte bunların üzerine gidip açılım yapmak lazım. Geriye kalan ürünler için Amerika’da hangi eyaletlerde teşvikler verildiğini araştırmamız ve buradan özellikle KOBİ’lere fayda yaratmamız lazım. Her Türkün hayali New York’ta, Manhattan’da bir ofisinin olması ama artık bundan vazgeçmemiz gerekiyor.”

Gürçay, biraz daha ABD’nin içerilerine, orta bölümlerine, sanayinin yoğun olduğu bölgelere doğru gidilmesi gerektiğini düşünüyor. Gürçay, “Bu tür ilişkileri güçlendirmek ve bizim yatırımcılarımızı çekebilmek için buradan heyetler götürülmesi gerekiyor. Bu, ABD’deki büyükelçiliğimiz ve buradaki dışişleri bakanlığımız ile birlikte bu gümrüksüz olan ürünlerin ortaya çıkarılıp Türkiye’deki KOBİ’lerimize tanıtılması gerekiyor. Bizim TABA olarak bu yeni dönemdeki vizyonumuz, bunun açılımını yapmak olacak” diyor.

Türkiye ile ABD arasındaki ticaret hacminin ilk üç sırasını makine-kimya, savunma sanayi ve ilaç dolduruyor. Gürçay, “Bizim gibi kuruluşlar yıllardır hep bu iki üç dikkat çekici alanı nasıl daha geliştirebilecekleri üzerine çalıştı. Biz yoğurdu daha farklı yiyelim diyoruz. Nasıl başka endüstrileri açabiliriz sorusunu soruyoruz. Bilişim ve telekomünikasyon sektörlerini nasıl açabileceğimizi veya enerji sektöründe nasıl karşılıklı iş yapabileceğimizi ele alıyoruz. Yatırımcıları nasıl Türkiye’ye getirebileceğimizi düşünüyoruz. Gayrimenkuldeki yurtdışında iş yapan büyük Türk firmaları ile ABD’nin en büyüklerini nasıl bir araya getirebiliriz? Bunların açılımı olması gerekiyor ki ticaret hacmi bir şekilde genişlesin. Bunu yapmak istiyoruz çünkü ABD ile gümrüksüz diye bahsettiğim 2 bin 700-2 bin 800 ürün bu sektörlerle ilgili” diyor.

Bu, son bir yıldır TABA’yı, örneğin 2017 başında ABD’ye ihracatı ile ilgili sorunlar yaşayan çelik sektörünün sorununu çözmeye yönelik reaktif bir tavır yerine belirlenen sektörlerle ABD’deki büyük oyuncularla ilişki kurmaya yönelik bir proaktif stratejiyi uygular hale getirmiş. Türkiye’yi sadece “Gelin Türkiye’ye yatırım yapın” şeklinde değil, bölgesel özellikleri ile tanıtarak pazarlamaya odaklandıklarını belirten Gürçay, “Türkiye’yi etkileyen konjonktürel ya da dönemsel olayları farklı algılayan Batı dünyası ve derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin kredi notunu değiştirebiliyor ya da farklı tavırlar alabiliyor. Biz Türkiye’yi bir bölge olarak tanıtarak, Azerbaycan’dan Çin’e kadar olan bölgede ya da Kuzey Afrika ile Ortadoğu’da Türkiye’de kurulan üslerle nasıl iş yaptırabileceğimizi anlatmaya çalışıyoruz” diyor.

Ondan fazla büyük şirketin Türkiye’yi bölge üssü olarak kullanması, bu yaklaşımı anlatmayı kolaylaştırıyor. 36-37 ülkeyi Türkiye’den yöneten şirketlerin referans gösterilmesi, lojistik maliyetlerinin düşürülmesi ve kaliteli işgücü ile birlikte oldukça cazip bir argümana dönüşüyor. Bu, Dubai’den Türkiye’ye şirket çekme aracı olarak kurgulanırken son dönemde Türkiye’den dışarıya mı yoksa içeriye mi şirket hareketi olduğu konusu değerlendirilmesi gereken bir dinamiğe dönüşmüş durumda.

Yine de Gürçay, sadece İstanbul’un değil limanları olan ve yurtdışından direkt uçuş yapılan güvenli bir şehir kimliği ile İzmir’in de yabancılar için cazip bir üs olabileceğini düşünüyor. İzmir, TABA’nın radarında ilk sırada yer alıyor. ABD’ye çıkış yapma konusunda ise, Gürçay’ın aklında Ankara’nın doğusu önemli yer tutuyor. Büyük şehirleri ticaret hacmini yukarı çekmek için kullanmayı öneren Gürçay, Ankara’nın doğusunda ise yatırım teşviki için belirlenen bölgeleri ve özendirilmiş sanayi bölgelerini harekete geçirmeyi planlıyor. ABD’deki başkanlık seçimi ve Türkiye’deki referandumun gerçekleşmesini beklediklerini söyleyen Gürçay, Mayıs 2017 sonunda Türkiye’deki KOBİ’leri çağırdıkları ve ABD’deki senatörlerin de katılımını sağladıkları bir toplantıyla bu süreci ateşlemeyi planlıyor. Gürçay’ın planı, KOBİ’lere ulaşma konusunda KOSGEB’in ve ihracatın finansmanı konusunda da Eximbank ve diğer bankaların gücünü bir platformda toplayarak bir sistem kurmaya dayanıyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) dünyanın her yanında açtığı ticaret teşvik noktalarının sisteme katkı sunması için çalışmalar da yapılıyor.

Gürçay, bütün bu çalışmalar arasında en önemlisini, “KOBİ’lerle görüşüp sektörlere ayrıştırdık ürünleri; KOBİ’leri nasıl Amerika’ya bu ürünlerle taşırız ona baktık. Şimdi bunun finansmanını sağlamak için bankalarla görüşüyoruz. Yatırımda ve ilk adımlarında bu firmalara yardımcı olmak istiyoruz” şeklinde ifade ediyor. “Anadolu’da iplik, çorap, düğme, makine yedek parçası üreten KOBİ’leri Amerika’ya ihracat yapar hale getirmeyi başarmamız gerekiyor” diyor. İkinci önemli nokta ise, ABD’deki teşviklerin anlaşılır bir dille Türkiye’deki KOBİ’lere anlatılması. Gürçay, “ABD’de New York ve Washington’daki temsilcilerimiz ile birlikte ABD’deki teşvikleri çok daha net, okunabilir hale getirmeyi ve bunları sürekli Türkiye’deki yatırımcılar ile paylaşmaya yönelik bir iş planı yaptık bu sene için” diyor.

Türkiye için çok önemli sonuçlar doğurabilecek bir açılım söz konusu olabilir. Ancak madalyonun diğer yüzündeki resmi de görmek gerekiyor. Gürçay’ın bahsettiği, gümrüksüz ürünler listesi 2008 yılında zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD’nin o zamanki başkanı Barrack Obama arasında 2008’de imzalanan anlaşmadan bu yana zaten var ve gelinen nokta 3 bin 500 üründe 750 ürün noktası. Bunda hiç kuşkusuz konjonktürel gelişmeler kadar farklı yoğurt yeme alışkanlıklarına sahip yiğitlerin söz konusu olmasının da etkisi büyük.

2016’nın kasım ayında Türk Amerikan İş Forumu’nun İstanbul’daki toplantısı, bu ayrımı çok net ortaya koydu. The Dow Chemical Company Başkanı ve CEO’su Andrew Liveris, toplantıda yaptığı konuşmada Türkiye’yi överken yeni ve güçlü Türkiye için birlikte çalışma niyetlerini ifade etti. Liveris, bunun için Türkiye’nin enerji piyasasını düzenlemekten, eğitim sisteminde reform yapmasına kadar uzanan bir dizi reform ile bunun için güçlü temeller atılmasını istedi ve ısrarla “Biz bu çözümün parçası olmak istiyoruz” vurgusunu yaptı. “Make it in America” kitabının yazarı olan Liveris’in Obama yönetimi kadar ve belki de daha güçlü olarak Trump yönetiminin mesajlarını aktardığını düşünmek yerinde olur.

Konuşmanın ayrıntılarına girmeye gerek yok çünkü daha sonrasında Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) bunun ayrıntılandırılması tadında bir açıklama yaptı. EBRD Başkanı Suma Chakrabarti, gayrimenkul sektörüne ilk yatırımlarını Nef ile Türkiye’de geçekleştirmeleri vesilesiyle yaptığı konuşmada, Türkiye’deki beş öncelikli alanı enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjiye yatırım yapmak ve enerjideki reformları desteklemek; inovasyon ve kurumsal yönetişimi geliştirerek özel sektörün katılımıyla altyapıda kalite iyileştirmeleri, özel sektörün rekabetçiliğini artırmak; cinsiyet eşitliğini desteklemek; sermaye piyasalarını ve yerli piyasaları derinleştirmek olarak sıraladı. 2009’dan bu yana Türkiye’ye toplam 7 milyar euro yatırım yapan EBRD’nin ana hissedarı -adındaki Avrupa’ya rağmen- ABD ve ikinci sırada da Japonya bulunuyor.

Türk Amerikan İş Forumu toplantısında bir konuşma yapan Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanı Arda Ermut ise, 11 milyar dolar yabancı yatırım çeken Türkiye’nin bunu 17 milyar dolara yükseltmesi için yabancı şirket temsilcilerinden destek istedi. İki konuşma arasında o zaman bir kesişme noktası görememiştim; hâlâ da göremiyorum.

Erdoğan’ın ABD’de Trump ile yapacağı görüşmenin askeri işbirliği ile sınırlı kalmaması bu makus talihi aşma noktasında önemli bir açılım oluşturabilir ancak bunun aksini düşünmek için de yeterli neden var. Halkbank’a genişletilen Reza Zarrab yargılaması ile sınırlı kalacak bir görüşmenin bile söz konusu olabileceği yorumları yapılıyor. İki hükümet arasında bu konuda uzlaşma mesajları geçen günlerde havada uçuştu.

Ekonomik ayağı zayıf kalan bir görüşmenin kayıp olacağı açıkça görülüyor. Bunun birkaç boyutu var. En önemlisi, büyümek için yatırıma gerek duyan Türkiye’nin alacağı yatırımın kaynağının önemli olması. Erdoğan’ın başbakanlığı zamanında kendisine bağlı olarak kurulan ve gözbebeği olduğunu bildiğimiz Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı’nın şimdiki başkanı Arda Ermut, Türk Amerikan İş Forumu’ndaki konuşmasında “ABD ve Avrupa’dan gelen doğrudan yabancı yatırımlar yeni projeleri konu alırken Körfez’deki dostlarımız var olan varlıkları satın almakla ilgileniyor” diyordu. Bu dengeler içinde Türk-Amerikan ilişkilerinin ekonomik boyutunu da rayına sokacak adımların, öncelikle dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında yer alma hedefi nedeniyle yaşamsal olduğu açıkça görülüyor.