Ortadoğu’da iş yapmak

0
41

Schneider Electric, Ortadoğu bölgesindeki 22 ülkeden ve beş üretim tesisinden yılda 1,3 milyar dolar civarında ciro elde ediyor. Bölgede 5 bin 300 çalışanı bulunan şirketin CFO’su ve Başkan Yardımcısı Vincent Barakat, hem bu finansal büyüklüğü hem de 160 kişilik finans ve muhasebe ekibini yönetmek zorunda. Beyrut doğumlu olan ve 21 yaşına kadar bu şehirde büyüyen, Lübnan kökenli Barakat, bölgedeki kültürel farklılıkların tekdüze bir yönetim modeline izin vermeyeceğini bilecek kadar bölge insanı.

Paris’te gördüğü öğrenimi ve GE’de 2002 ile 2014 arasında geçen 12 yıllık dönemdeki deneyimi, bu birikimin üzerinde global bir katkı oluşturuyor. Bu deneyim, 2008 ile 2010 arasında Türkiye’de geçen iki yılı da kapsıyor. Bu, Barakat için Schneider’da iki yıla yaklaşan deneyiminin ikiye katlanan bir Ortadoğu deneyimi ile desteklenmesi anlamına geliyor. Bütün bu deneyimin odağında ise finans yönetimi yatıyor.

Barakat, bu birikimiyle bölgeyi değerlendirdiğinde “Ortadoğu’daki demografik değişimler, buna eşlik eden siyasi istikrarsızlık, bazı güvenlik sorunları ve petrol parası, bölgeyi zenginlik, risk ve ödülün şekillendirdiği bir coğrafyaya dönüştürüyor. Büyüme, nüfus artışından, insanların tüketim alışkanlıklarının değişmesinden ve kamu harcamalarından geliyor” diyor.

Ülkeler bazında baktığında ise Barakat, Türkiye’yi “Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan ve güçlü bir ulusalcılığın etkisindeki laik bir cumhuriyet” olarak görüyor. Barakat, bunun iş değerlendirmesini, “halkın tüketim yapması ve yerli mallarına sadakatin yüksek olması” diyerek açıklıyor. İnsanların kırsal kesimden sanayiye ve servis alanına kayması ise, güçlü bir değişim dalgası yaratan ve tüketim alışkanlıklarını değiştiren önemli bir etken.

Schneider Electric Ortadoğu CFO’su, insanların her gelir düzeyinde çalışmaya istekli olduğunu söylerken, iş hayatının az sayıda Türk ailenin ellerinde toplandığına da dikkat çekiyor. Bu, bir yandan globalleşmenin olumsuz yönlerinin ülkedeki etkilerini kısıtlı tutarken diğer yandan servetin ülke içinde kalmasını sağlıyor.
Barakat’ın İstanbul ile ilgili değerlendirmesi ise, Türkiye, Ortadoğu ve Orta Asya’yı kapsamayı hedefleyen çokuluslu şirketlerin merkezi haline geldiği yönünde. Bunda İstanbul’un uygun ücretle eğitimli çalışan bulma konusunda sunduğu potansiyel ve uçuş olanaklarından iş yapma fırsatlarına kadar olanakların önemli etkisi var.

Barakat’ın sorumlu olduğu bölgede ele almayı gerekli gördüğü ikinci ülke ise, Suudi Arabistan Krallığı. 1902 ile 1932 yılları arasında Kral Abdülaziz bin Suud tarafından fethedilen yarımadada kurulan devlet, 1938’de dünyanın en yoksul ülkelerinden biriyken ARAMCO’nun başlattığı petrol sondajı ile birlikte bu tablo bütünüyle değişiyor. 1900’lerin sonlarından itibaren dünyanın en büyük petrol ihracatçıları arasına giren Suudi Arabistan, nüfus artışına bağlı büyüme ve petrol zenginliği ile gelişti. Nüfusun Amerikan tarzı tüketimi benimsemesi ve petrol parası ile fonlanan dev projeler Suudi Arabistan’ın kimliğini belirliyor. Barakat, Suudi Arabistan’ın da çok uluslu şirketlerin bulunmak istediği bir yer olduğuna ve ekonomisinin az sayıda Suudi şirket tarafından kontrol edildiğine dikkat çekiyor.

Yabancı çalışanların yoğun olduğu ülkede ailesini Dubai’ye getirip, çalışmak için bu ülkeye gidip gelenlerin de etkisi büyük. Avrupa ve ABD’ye eğitime gönderilen Suudi gençlerin son yıllarda ülkelerine dönmeleri ile güçlenen bir “Suudileştirme” harekatının da yürütüldüğü ülkede, vergi uygulamalarının da teşvikiyle Suudilerin iş hayatında önemli yerlere daha fazla gelmeleri sağlanıyor. Barakat, “Suudileştirme, yabancılar (ex-pat) ve yereller arasındaki dengeyi değiştiriyor” diyor ve iş hayatı ile ilgili şu püf noktasını ekliyor: “Hükümetin altyapı projelerini sürdürmesi işlerin petrol fiyatlarındaki düşüşten etkilenmemesini sağlasa da bu ülkede kamu kuruluşlarından tahsilatın kolay olmadığını akılda tutarak finans yönetimini esnek tutmak ve nakdi iyi yönetmek gerekiyor.”

Barakat’ın sorumlu olduğu bölge, en büyük ülkeler olarak Türkiye ve Suudi Arabistan’ın yanı sıra Birleşik Arap Emirlikleri’ni de (BAE) içeriyor. Toplamdaki 22 ülke içinde ise, Irak, Lübnan, Ürdün, Suriye, Katar, Bahreyn ve Kuveyt gibi farklı özelliklere sahip irili ufaklı ülkeler de yer alıyor.

Büyükler arasında yer alan diğer bir ülke olan BAE için Barakat, “Burası alışveriş çılgınlığının zirvede olmasıyla tanınan ultra-modern bir ülke. 2008’deki düşüşün ardından geri dönen Dubai’nin başarısı tartışılmaz bir gerçek” diyor. Petrol parasına bağımlı olmaması, Körfez ülkelerinin birçoğunda yaşanan ülkeyi terk eden ex-patler tablosunu bu ülkeden uzak tutuyor. Barakat, “Bu ülkeyi fonlayan yatırımcılar, tutarlı vizyon ve bir noktaya kadar şeffaflığa güven duymayı sürdürüyor” diyor. Barakat, Dubai’nin vizyon ve stratejisinin tutarlılığının bu dengeyi sürüklediğini de kaydediyor.

Barakat, bu ülkelerde farklı yaklaşımlarla çalıştıklarını söylüyor: “Türkiye’de karşınıza çıkan, piyasada iyi tanınan yerel kişiler ve uzun süreli ilişkiler ile buna bağlı güvenilirlik büyük önem taşıyor. Burada görüşmeler çok zorlu geçiyor; sözleşmenin imzalanmasının öncesinde olduğu kadar sonrasında da pazarlık ediyorlar. Ancak bu kişiler uzun süreli olarak piyasada bulunduğu için bu zorlu sürecin sonunda uzun süreli ilişkiler elde ediyorsunuz” diyor.

Körfez ülkelerinin çoğunda ise, kısa süreli olarak orada bulunan ex-patlerle çalışmak zorunda kalınıyor. Barakat, “Bu durum görüşme sürecinin daha kısa sürmesine neden oluyor ancak finansallar gibi çeşitli konularda şeffaflık daha düşük düzeyde kalıyor ve güven de buna göre belirleniyor” şeklinde konuşuyor.

Daha somut dengelerden bahsetmek gerektiğinde ise, Barakat, döviz kurunun her zaman bir mesele olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye’nin liranın dalgalanması ile akla gelmesine karşın 2015’te dolar ile euro arasındaki dengelerdeki değişimin -dolara endeksli olan Körfez ülkelerinin etkisi nedeniyle- daha fazla öne çıktığına işaret eden Barakat, “Bu bizi işlerimizi, ABD’de iş yapıyormuşuz gibi değerlendirmeye götürdü. Maliyetimiz euro’ya ya da başka bir para birimine dayansa da dolara endeksli para birimlerine göre düşündük” diyor.

Türkiye’de geçen sene dolar değer kazandığında iki farklı yaklaşımla hareket ettiklerini belirten Barakat, bu sayede Türk Lirası bütçelerin dolar karşılıklarının daralmasının etkisinden korunmaya çalıştıklarını söylüyor: “Maliyetlerimizin büyük bölümü euro cinsinden olduğundan fiyatlarda da euro kullanmaya çalıştık. Türkiye’de üretim yapmamızın getirdiği lira cinsinden maliyetler de hareket esnekliğimizi artırdı. Bu dönemde liranın hedge etme maliyetlerinin yükselmesi, bunu fiyatlara eklememizi engelledi. Bu nedenle mümkün olduğunca euro cinsinden fiyatlama yapmayı; bunu yapamadığımızda da lira kullanmayı tercih ettik.”

22 ülke ve piyasalardaki dalgalanma gemiyi yönetmek için çok fazla karışıklık gibi görünüyor ancak bu, yeteneklerin sınanması için de önemli bir fırsat oluşturuyor. Barakat’ın bundan hoşlanmadığını söylemek zor.