Ofislerin yeni normali

0
168

DÜNYADA 180 VE TÜRKİYE’DE 30 YILDIR faaliyette bulunan P&G, kendisine verdiği yaş günü hediyesi olan yeni ofisine geçti. Yeni ofis ile ilgili çarpıcı nokta, şirketin yaşını yansıtan ihtişama değil, “yenilikçi, daha esnek ve mobil çalışma imkanı yaratma” konularına dikkat çekmesiydi. Bu ifadelerin nihayetinde “hızlı ve etkin çalışmanın yolunu açarak verimliliği artırma hedefi” ile taçlandırılması ise ofis ile konut arasındaki farkı ortaya koyan unsur oldu.

Yeni nesil bir çalışma ortamı, Y Kuşağı’ndan çalışanların iş hayatına katılması ile değişen ihtiyaçlara cevap verecek şekilde tasarlanırken artık gelenekselleşmiş olan açık ofis tercihi iletişimin çok daha hızlı olmasına ve böylece bir diğer açıdan çalışan performansı artırılarak verimliliğin en üst seviyeye çıkartılmasına hizmet ediyor.

Bütün bunlara bakılınca yeni ofisin odağı ikili bir yapı sergiliyor. Bir yanda çalışanların mutluluğu ve diğer yanda verimlilik. P&G Türkiye, ortaya çıkan yeni dünyanın hedeflerini tutku, işbirliği ve hız olmak üzere üç madde halinde sıralıyor. Daha hızlı, daha iç içe, daha heves uyandıran bir çalışma ortamı oluşturmaya yönelik yeni yapılanma, ofisle ilgili her alanda çalışanların görüşleri alınıp tasarıma yansıtılarak oluşturuldu. Daha fazla ortak çalışma alanı yaratılırken esnek ve mobil bir yapıya geçiş, tüm ofisi çalışma alanı haline getirdi. İki katlı yatay ofiste, çalışanlar vakit kaybetmeden birbirine çok daha hızlı ve kolay ulaşıyor. “Kendilerine ait özel masaları olmadığından çalışanlar istedikleri an istedikleri yerde çalışabilme özgürlüğüne sahip.” Bu, şirketin kullandığı bir ifade olmakla birlikte, 30 yıla yaklaşan mesleki tecrübemin yanında, yeterli dolap sağlandığında bunun ofiste en önemli özgürlüğü oluşturduğunu düşünüyorum. Yeni ofiste, rahat koltukların yanında bu yeni yaklaşıma uygun olarak yerleştirilen ileri teknoloji destekli iş istasyonları da bu özgürlüğü destekliyor. P&G Türkiye, yeni ofisi, için “Çok daha hızlı ve efektif çalışma imkanı sunan, bütün ofisin çalışma alanı olarak kullanılabildiği bir sistem hakim. Çalışanlar eskisine göre daha fazla ortak alanda, daha iç içe çalışırken takım ruhu hep canlı tutuluyor ve fikirler kolayca hayata geçiyor. Çalışanlara özel bahçe, teras ve kafeterya gibi yeniliklerin yer aldığı ilham veren ofiste motive edici bir yaşam alanı yaratıldı” yorumunu yapıyor.

Yeni ofiste daha hızlı çözümler üretip etkili kararlar almayı hedeflediklerini belirten P&G Türkiye ve Kafkasya Yönetim Kurulu Başkanı Tankut Turnaoğlu, “İş hayatında giderek daha aktif rol alan Y Kuşağı’nın, teknolojinin gelişimiyle birlikte daha esnek ve mobil çalışma talebi tüm dünyada çalışma kültürünün değişmesine neden oluyor. Çalışanlarımızın neredeyse yarısını oluşturan Y Kuşağı’nın hem kariyer hem de kişisel anlamda gelişim ihtiyaçlarını karşılamak adına P&G olarak onların daha rahat ve verimli çalışmasına olanak sağlıyoruz. Y Kuşağı’nın en çok çalışmayı arzuladığı şirketlerden biri olarak Türkiye’de sadece yeni bir çalışma ortamı değil, aynı zamanda yeni bir felsefe ve yeni bir çalışma kültürü yarattığımıza inanıyoruz” şeklinde konuşuyor. Turnaoğlu, bu yeni kültürü, “Fikirlerin daha kolay hayata geçtiği, yaratıcılığımızı artıracak olan bu yapıda, iş hedeflerimize daha iyi odaklanıp daha verimli olacağız. Kişilerarası iletişimin çok daha kolay ve hızlı gerçekleştiği bir çalışma kültürüyle, yeni başarı hikayelerine imza atacağımız ve birbirimizle daha iç içe çalışarak takım ruhunu hep canlı tutacağımız bir ortamda çalışacağız” sözleriyle açıklıyor.

P&G Türkiye’nin attığı yeni ofis adımı, Microsoft Türkiye’nin Çağlayan Arkan’ın genel müdürlüğü zamanında geçtiği Bellevue Residence’taki ofisini çağrıştırıyor. Arkan ile o dönemde konuşurken çalışma alanları kadar toplanma alanlarına da vurgu yapması dikkatimi çekmişti. Bu alanlar, masa sandalyeli klasik toplantı odalarının dışında cafe veya lounge tarzında çok fonksiyonlu alanları da kapsıyordu. Bugüne gelindiğinde en önemli değişim, felsefede değil Philips, sahibinden.com, Google ve bir ölçüde Mobilike ofisleri bu doğrultuda farklı arayışların vücut bulduğu ortamlar mobil yaşam tarafında. Arkan zamanında dizüstü bilgisayar cep telefonuna eşlik ediyordu. Bugün akıllı telefon her ikisini birden taşımaya gerek bırakmıyor.
 
ŞİRKETLERİN RUHU, BİNALARIN TASARIMINA İŞLENİYOR

P&G’nin ofisindeki tasarımın dikkat çektiği mobilite sadece teknoloji tarafına damgasını vurmuyor, insanların mobilitesi de büyük önem taşıyor. Renan Gürsoy, Nurus’taki tasarımlarına bu özelliği yansıtabilmek için çalışıyor. Ağırlık merkezini ortasına çekerek kavisli uzun masalarda çalışanların sandalyelerini hafifçe iterek arkadaşlarının yanına engelsizce ulaşmasını sağlayan masa tasarımını geliştiren Gürçay, gürültülü ortamların içinde sessiz bölümler yaratma konusunda da bir virtüöz. Buna çok sayıda örnek eklenebilir. Bu yüzden, “Turkcell ruhu, Nurus’un tasarımda duygusal zekasıyla hayat buluyor” ifadesinin ne anlama geldiğini anlamak zor olmadı.
 
Empati ve pozitif enerjinin ortaya çıkmasına yardımcı çözümler üretme fikrinden yola çıkan Nurus’un, Turkcell Küçükyalı Genel Müdürlük Binası’ndaki ürünleriyle rahatlığı ve yenilikçi yaklaşımını ön plana çıkarması ile ifade ediliyor. Turkcell binasında teknoloji ve iletişimi öne çıkaran ürünleriyle duygusal zekaya hitap ederken Turkcell’in firma kültürü ve kurum kimliğine uygun olarak antrasit ve metal ağırlıklı tasarımlar kullanılıyor. Buradaki amaç da çalışan ihtiyaçları ile daha verimli ve motive edici bir çalışma alanı üzerinden yapılan tasarımla performansı artırmak.

Birbirine benzer planlarda üç bloktan oluşan projenin her bloğunda katlararası çekirdek alanlar bulunuyor. Bu çekirdek alanlardaki şeffaf odalar etrafında ise her hangi bir duvarla ayrıştırılmamış, çalışanların iletişimini güçlendiren açık ofisler yer alıyor. Çekirdek alanlarda CXO ve direktör odaları konumlanırken bunların etrafında ise çalışanların depolama ihtiyaçları için farklı ölçülerde metal mesh kapaklı locker dolap sistemleri bulunuyor. Ayrıca ses izolasyonlu kumaş duvarlardan oluşan, özel telefon görüşmelerine ve odaklanmaya imkan veren quite zone odaları da yine bu çekirdek etrafında çözümleniyor. Böylece her ihtiyaca uygun çalışma alanları, çalışanların tercihine sunuluyor.

Açık ofisler için bu projeye özel iletişim ve teknoloji firmasını yansıtan, hareketli ve aydınlatmalı pano sistemi olan çalışma masaları tasarlanırken; tüm açık ofis tavanları için özel olarak Nurus tarafından yangına dayanıklı mdf’den üretilen 17 bin m2 perfore asma tavan kullanılıyor.                         

Tüm mimari tasarımını Tabanlıoğlu Mimarlık’ın üstlendiği projede, sosyal alanlar ve yemekhaneler için masif masaların yanında yeni oturma sistemleri ve puflar çalışanlara rahat bir ortam sunuyor. Böylece çalışanların, masaları dışında ekip halinde çalışacakları konforlu ve verimli alanlar yaratılıyor.

Çalışanların tüm ihtiyaçlarının düşünüldüğü projede, çalışma alanları ile birlikte fitness alanları da bulunuyor. 30 bin–40 bin metrekare kapalı alanda 3 bin kişilik ofis, kafe ve yemekhane alanları içeren projeye Nurus, her projesinde uyguladığı Nurus Digital Chain sistemi ile de katkıda bulundu. Projenin başlangıcından teslimatına, hatta ürünlerin kullanımına kadar tüm süreci, dijital bir platforma taşır ve her adımın denetlenebilir olmasını sağlayan Nurus Digital Chain, ofislerin dijitalleşmesi noktasında anılması gereken bir uygulama.
 
OFİSLERİN MÜŞTERİLERİ- ÇALIŞANLAR NE BEKLİYOR?
Şirketlerin ofislerindeki iç müşterileri yani ofis çalışanlarının, ofis ortamında tercihlerinde manzaralı ama sakin bir masa öne çıkıyor. Hazır ofis sistemlerinde dünyanın önde gelen markası Regus’un araştırması, Türkiye’de ofis çalışanlarının tüm koşuşturmanın dışında bir masa istediğini ortaya koyuyor.

Regus’un Türkiye’deki ofis çalışanları arasında yaptığı son araştırmanın sonuçlarına göre, Türkiye’de ofis çalışanlarının neredeyse üçte ikisi etrafı kısmen kapalı masalarda çalışmayı tercih ediyor.

Çalışanların yüzde 59’unun tercihi manzaralı ama tüm koşuşturmanın dışında sakin bir masaya sahip olmak.
Çalışanların ne tür çalışma ortamlarını motive edici bulduklarını keşfetmek amacıyla Regus tarafından Türkiye’de 230 ofis çalışanı üzerinde yapılan araştırmada, yüzde 63’lük bir oranla etrafı kısmen kapalı masaların verimliliği artırmada ilk sırada geldiği, çalışanların gizliliğinin korunması hususunda ise etrafı tamamen kapalı ofislerin en iyi tasarıma sahip oldukları ortaya çıktı. Araştırmaya katılanların yüzde 79’u ise, açık planlı ofisler ise departmanlar arasında iletişimi geliştirmek açısından ideal çalışma ortamı olarak görüyor.
Çalışma alanları konusunda modern ofis çalışanları için çok sayıda tasarım seçeneklerinin bulunduğuna işaret eden Regus Türkiye Ülke Müdürü Betül Genç, “Yöneticilerin etrafı kapalı ofislerde çalıştığı ve resepsiyon alanlarının açık planlı olduğu günler geçmişte kaldı. Günümüzde farklı departmanlardan, farklı görevler yapan çalışanların açık planlı çalışma alanlarını paylaşmaları oldukça yaygın” dedi.
 
İş yaşamında farklı departmanlardan, farklı görevler yapan çalışanların açık planlı çalışma alanlarını paylaşmalarının verimlilik ve konsantrasyon üzerinde çeşitli etkileri olduğuna dikkat çeken Betül Genç, bu etkileri şöyle özetliyor:

“Ofis çalışanlarının gürültülü açık alanları daha az verimli bulmaları hiç de şaşırtıcı sayılmaz. Ama ilginç olan, esas tercih ettikleri şeyin ‘orta yol’ olması. Etrafı kısmen kapalı ofis alanları onlara hem açık planlı ofislerdeki işbirliği atmosferini sağlıyor hem de arka plandaki gürültü ve uğultuyla düşünceleri dağılmıyor.  Çalışanlar ofis dışındayken de bu tercihlerini koruyorlar. Gürültülü kafelerden uzak duruyor ve business lounge’ların kendilerine hem verimli çalışma hem de yeni bağlantılar oluşturma fırsatı verdiğini belirtiyorlar.”
 
MUUM BUNA “İNSAN ODAKLILIK” DİYOR
Dünyanın en büyük filo kiralama şirketi LeasePlan’in İstanbul’daki ofislerinin ikincisini de tasarlayan MuuM’un kurucuları, mimari tasarım tarafında insan odaklılığın öne çıktığına işaret ediyor. Kurucular Mimar Murat Aksu ve Mimar Umut İyigün, “Kapalı çalışma alanlarını önerdiğimiz tasarım kararlarıyla daha keyifli, daha konforlu ve daha uzun süre verimli bir şekilde çalışma yapılabilecek mekanlar oluşturmayı hedefliyoruz. Teknolojinin artık boğucu bir noktaya ulaştığı günümüzde, teknolojiyi en yalın haliyle mekanlara entegre etmeye çalışıyoruz. Bu bağlamda ofislerinden gereksiz teknolojiyi arındırmaya çalışan LeasePlan’in, ‘minimum teknoloji maksimum verimlilik’ bakış açısıyla server odasından cloud’a, desktop’lardan laptop’lara geçiş sürecini mekanlarda uygulamış olduk” şeklinde konuşuyor.
 
İnsan odaklılık, tasarımın başlangıç aşamalarına da damgasını vuruyor. MuuM Kurucu Ortağı Aksu, “Tasarım sürecinde ilk olarak, LeasePlan için daha önce tasarlamış olduğumuz ofisin çalışanları ile bir araya geldik ve onların mekana dair eleştirilerini ve yeni mekanlarından beklentileri öğrendik. İkinci ofisin tasarımını bütün bu verileri değerlendirip analiz ederek kurguladık” şeklinde konuşuyor. Bunun ardından LeasePlan II ofisinde çalışma hayatındaki değişen beklentiler referans alınarak çalışanlar arasındaki iletişimi, etkileşimi ve dolayısıyla da verimliliği artırması amacıyla sosyal alanlar özenle tasarlanmış. Doğal malzemeler ve sıcak renklerle kurgulanan sosyal alanlar, LeasePlan II’ye bir tür “formaliteden informaliteye geçiş projesi” niteliği kazandırmış.
 
BULUT TEKNOLOJİSİ, ZİNCİR TESİS YÖNETİMİNE DE GİRİYOR
Schneider Electric, çok yerleşkeli zincir tesislerde işlemleri optimize etmek için bulut tabanlı teknolojileri gündeme getirmeye başladı. Enerji yönetimi ve otomasyonda global bir uzman olan şirketin bunu yapmasının etkileyici bir nedeni de bulunuyor: Enerji maliyetleri.

Bu sadece elektriğe ya da yakıta harcanan para ile bağlantılı bir konu değil. Dünya Yeşil Binalar Konseyi tarafından yapılan bir araştırmanın, “çalışanların yüzde 81’inin ofis sıcaklığının standardın üzerinde olduğunda konsantre olmakta zorlandığını” ve “yüzde 62’sinin ise bir işi tamamlamak için normalden yüzde 25 daha uzun zaman harcadığını” gösterdiğine işaret ediyor. Bu durum bir yandan ticari ofis binalarının tükettiği enerjinin yüzde 30’unun boşa gittiği ve bunun enerji maliyetlerine yansımasının şirket bilançolarında ek yük oluşturduğunu gösteriyor. Diğer yanda ise, belki de daha büyük olan ve hesaplanamayan iş kaybı bulunuyor. Konsantrasyon kaybı ve iş tamamlama süresinin uzaması, ölçülmesi çok kolay olmayan ancak ağır bir ekonomik kayıp.

Kendi alanı olan bina yönetimine odaklanan Schneider Electric, bulut teknolojisinin bina yönetim sistemle-ri ile maliyetleri kontrol ederken, aynı zamanda işlemleri optimize etmek isteyen tesis yöneticilerine, bina verimliliğini artırmak üzere ekonomik avantajlar sağladığının altını çiziyor. Şirket, bulut tabanlı sistemler sayesinde operasyonların proaktif olarak kolaylaştırıldığının ve çevre dostu, yüksek performanslı alanlar oluşturulmasının maliyetleri azalttığının altını çiziyor.

Bulut teknolojisinin kullanılmasının hayatımızdaki ve şirketlerin hayatındaki bir sonraki büyük şey olan veri analitiğine kadar uzanan bir yol haritası da oluşmuş durumda. Bulut teknolojisi ile desteklenen modern bina yönetim sistemleri,  tesis yöneticilerine bilgi teknolojisi altyapısına büyük  yatırımlar  yapmadan tesisleri görüntüleme ve yönetme imkanı verirken bulut tabanlı çözümler, bağlantı ve veri depolama olanakları ile birlikte karşımıza geliyor. Bunun bir adım ötesinde kontrol yeteneklerinin yanı sıra bulutta depolanan büyük veri üzerinde analitik işlemler gerçekleştirme yeteneği sağlıyor.

Schneider Electric, operasyonel verimlilik açısından ekonomik ve pratik yararları olsa da birden fazla yerleşkeye sahip şirketlerin, bina yönetim sistemlerini işletme genelinde uygulamak konusunda ilave sıkıntılarla karşı karşıya kaldığını tespit ediyor. Bulut tabanlı sistemlerin, uzaktaki binaların performansına dair gerçekzamanlı görünürlüğü artırdığını, bilgilerin ve gerçekzamanlı uyarıların tek bir kaynaktan alınması avantajı sağlandığını belirten Schneider Electric, özelleştirilebilir çözümler sayesinde, tüm lokasyonlardaki (ısıtma, soğutma ve havalandırma), HVAC, aydınlatma ve enerji ölçüm cihazlarının canlı izlenmesi ve kontrolünün yanı sıra, bina performans ölçümlerini görmeye,  trendleri belirlemeye ve bilgi toplamaya yarayan görsel tablolar oluşturulabildiğini vurguluyor.
 
OFİSLERİN SİBER GÜVENLİĞİ DE GÜNDEMİN ÖNEMLİ PARÇASI
Siber saldırıların hem şiddeti hem de sayısı son yollarda artarken bu saldırıların çoğu ağ bağlantılı yazıcılar ve PC’ler gibi kullanıcı cihazlarını hedef almaya başladı. Saldırganların sızdığı dizüstü ve masaüstü sayısı geçen altı yıl içinde iki kat artarken güvenlik yöneticilerin en büyük endişelerinden biri haline geldi. Bilgisayar pazarının lider firması HP’nin güvenlik açıklarının gözden kaçma riskinin fazla olduğu alanlarda güvenlik odaklı çözüm yelpazesini genişletmeye devam etmesi bu durumdan kaynaklanıyor. Ocak 2017’de yazıcı portları üzerinden kurumların ağlarına yapılabilecek sızmaları önleyen yeni güvenlik çözümlerini açıklayan şirket, HP Sure Start güvenlik çözümü, bilgisayarları en temelden yani BIOS’tan itibaren koruma altına alıyor.

Güvenli ve akıllı şehirler projelerinden tanıdığımız Proline’ın da bu yıl fiziksel güvenliğin yanında siber güvenlik çözümlerine daha fazla odaklanacak olması, güvenliğin bu tarafındaki hareketliliğe işaret ediyor. Nesnelerin internetinin de etkisi ile birbirine bağlı cihaz sayısının her geçen gün artması ve bu durumun siber saldırılar için büyük güvenlik risklerini de beraberinde getirmesi şimdiden çarpıcı bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Endüstri 4.0 ile birlikte sanayi ve kritik kamu tesislerine, hatta su, doğalgaz gibi altyapı hizmetlerine yapılacak saldırılar hayatı durma noktasına getirebileceği gibi çok daha ciddi yıkımlara da yol açabilecek.

ABD’de geçen ekim ayında yaşanan DDOS saldırıları aralarında Twitter, Spotify, Netflix, Pinterest gibi devlerin de bulunduğu birçok web sitesine erişimde kesintilere yol açarken ortaya çıkan zararın 7 milyar dolar olduğu tahmini yapıldı. Saldırının 14 milyondan fazla IP adresinden geldiği açıklanırken, bu IP’lerin internete bağlı güvenlik kamerası, mutfak robotu veya buzdolabı gibi cihazlara da ait olabildiği ve sahibinin haberi bile olmadan saldırıyı gerçekleştirebildiği ifade edildi. Bu, türünün ilk olmamakla birlikte en çarpıcı saldırısı olurken ofisler için de güvenliğin yeni bir boyutu ile değerlendirilmesini gösteren etkili bir örnek oluşturdu. Güvenlik de ofislerin yeni normali içinde önemli bir yere sahip olarak tabloyu tamamlıyor.
 
BULUT TEKNOLOJİLERİ BİNA YÖNETİMİNE UYAR
Aşağıdaki avantajlar, bulutu kurumsal tesis yönetimi için ideal bir platform haline getiriyor.
•             Bilgi teknolojisi merkezi satın alıp verilerini burada tutmak yerine şirketler operasyonlarının bazı bölümleri için stratejik olarak dış kaynak kullanımını tercih ederek buluttan yararlanabilir ve dahili bir sunucu grubu çalıştırmaktan doğan bina ile ilgili maliyetlerin önüne geçebilir.
•             Bulut tabanlı çözümlerin uygulanması, verilerin herhangi bir zamanda ve herhangi bir yerde toplanması ve işlenmesi kolaydır, masaüstü ya da tabletler gibi birden fazla platform aracılığıyla kullanılabilir ve kolayca ölçeklenebilir.
•             HVAC (ısıtma, soğutma ve havalandırma), aydınlatma ve enerji kullanımı verileri; düzenli aralıklarla her yerden okunabilir. Bu veriler daha sonra buluta gönderilir ve burada toplanıp bir araya getirilerek işletme sahipleri ya da tesis yöneticileri gibi ilgili karar vericilere teslim edilir. Bundan sonrası, bu karar vericilerin vizyonuna kalmış.
•             Herhangi bir sayıda birbirinden uzak iki lokasyon arasında bulut üzerinden bağlantı kurulabilir; genişleme oldukça daha fazla sayıda lokasyon kolayca dahil edilebilir ve böylece tesisler tarafından oluşturulan büyük miktarda veri kolayca yönetilebilir hale gelir.