“Kamu sağlığı açısından belki de tüm zamanların en büyük tehdidiyle karşı karşıyayız; bulaşıcı olmayan hastalıklar olarak adlandırılan kanser, diyabet, kalp-damar, solunum yolları hastalıkları ve mental bozukluklar dünyadaki ölüm vakalarının üçte ikisinden sorumlu… Eğer bugün bu alanda, gerekli önlemleri almak için işbirliğine gitmezsek, Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre, bu tablo 2030 yılına kadar dünya ekonomisine 47 milyar dolarlık bir yük getirecek.” Bu alıntı, dünyanın önde gelen ilaç şirketlerinden Fransız Sanofi CEO’su Olivier Brandicourt’un “Les Echos” gazetesinde yayımlanan yazısından… Brandicourt makalesinde, az gelişmiş ülkelerde genellikle ebola ve zika virüsü gibi salgın hastalıklara vurgu yapıldığına oysa ister gelişmiş ister gelişmekte olan ülkeler olsun, dünyanın asıl sorununun yukarıda belirtilen vakalar olduğuna dikkat çekiyor.
Nitekim ortalama yaşam süresinin uzamasıyla beraber yaşlanan nüfus, modern yaşam tarzının tetiklediği obezite, kalp ve damar hastalıkları, diyabet, kanser gibi hastalıklar ilaç şirketlerinin Ar-Ge’sinin merkezinde yer alıyor.
Ocak sonunda Basel’deki merkezinde 2016 yılı performansını değerlendiren İsviçreli eczacılık kuruluşu Novartis’in basın toplantısı da Ar-Ge ağırlıklı bir organizasyona dönüşerek, hem orta vadeli hem de uzun vadeli gelecekte sağlıkta ne tür dönüşümler yaşanabileceğinin genel bir çerçevesini ortaya koydu. 2016 yılında Novartis’in grup olarak (eşdeğer ilaç üreticisi Sandoz ve optik çözümler üreten Alcon dahil) satış geliri bir önceki yıla göre yüzde 2 oranında azalarak 48,5 milyar dolara geriledi. Kârı ise 6,7 milyar dolar oldu. Yıllık değerlendirme toplantısında konuşan Novartis CEO’su Joseph Jimenez, satış gelirindeki gerilemenin büyük ölçüde, ilaçların patent sürelerinin dolmasından kaynaklandığına işaret ederken, bununla birlikte yenilikçi ve büyümeyi destekleyen ilaçlar sayesinde bu boşluğu doldurabildiklerini kaydetti. Bunlar arasında bağışıklık sistemi bozukluklarına yönelik, milyar dolarlık satışa ulaşan ilaç, satışları çift haneli büyüyen multipl skleroz ilacı ve halen dünyada 70’i aşkın ülkede onay alan kalp yetersizliği ilacı yer alıyor. CEO Jimenez güçlü bir üretim hattına sahip olan şirketin, halihazırda geliştirme evresinde olan bileşimlerden 12’sinin çok satan ürünler arasında yer alabileceğine inandıklarını kaydediyor. 2016 yılında Ar-Ge’ye 9 milyar dolarlık bir bütçe ayıran (satış gelirinin yüzde 18,6’sı) ve tüm dünyada bu alanda 23 bin çalışana sahip olan şirket, yine geçen yıl tüm terapötik alanlarda yeni ilaçların klinik gelişimini denetleyecek Global İlaç Geliştirme Birimi’ni oluşturdu.
Novartis Avrupa Komisyonu’nun global çapta Ar-Ge’ye en çok bütçe ayıran 2 bin 500 şirketi kapsayan sıralamasında (2016 yılı) ilk 10’a girerek rakipleri, yine Basel merkezli Roche’u ve ABD’li Johnson & Johnson’ı geride bırakmış olan bir kuruluş. Listede Novartis 9 milyar dolarla altıncı sırada yer alırken, Roche 8,64 milyar dolarla yedinci, Johnson & Johnson ise 8,3 milyar dolarla dokuzuncu sırada. Evaluate Pharma’nın sektörle ilgili 2020 yılı görünüm raporuna göre de, Novartis 2020 yılında Ar-Ge’ye tahminen 10,5 milyar dolarlık bir bütçe ayırarak, bu alanda sektördeki tüm devleri geride bırakıp zirveye yerleşecek.
Öte yandan, Ar-Ge’yle ilgili tüm bu rakamlar Novartis’in bilinen tedavi alanlarındaki kısa ve uzun vadeli geleceğe yönelik çalışmalarının dışında, endüstride şimdiye kadar fazla odaklanılmamış ve daha uzun erimli hedefler gerektiren konulara da yönelmesiyle bağlantılı bir tablo ortaya koyuyor.
Novartis’in halen gündeminde olan en ilginç çalışmalarından biri, diyabet hastalarında ya da felç, sinir sistemi vb hastalıklar sonucu yatağa bağımlı olan hastalarda ortaya çıkan yaraları iyileştirmeye yönelik ilaçla ilgili. Bu tür bir ürünün elde edilmesi halinde Novartis sağlıkta çığır açıcı bir yeniliğe imza atmış olacak; nedeni ise, bu alanda şimdiye kadar bir çalışma yapılmamış olması. Şirketin yaygın hastalıklar dışında bir diğer odaklandığı alan ise NASH ya da diğer bir ifadeyle, alkol dışı karaciğer yağlanması (non-alcoholic steatohepatitis); NASH’ın ortaya çıkışında obezite önemli bir rol oynadığından, nüfusunun üçte birinden fazlasının obez olduğu ABD’de bu hastalık yaklaşık yüzde 3-5 oranında bir kesimi etkiliyor. NASH tedavi edilmediği takdirde karaciğer nakli gerektirecek siroz, fibroz gibi ciddi hastalıklara yol açabiliyor. Hastalığın herhangi bir evresi için halen onaylanmış bir tedavi mevcut değil; Novartis klinik çalışmaların faz II’de olduğu NASH tedavisi için biyoteknoloji kuruluşu Conatus’la işbirliği yapıyor.
Alzheimer hastalığı da Novartis’in yenilikçi ilaçlarda odaklandığı bir diğer alan. Dünyada yaşlı nüfusun artmasına paralel olarak yaklaşık 44 milyon kişinin Alzheimer ya da ilişkili bir demans türünden muzdarip olduğu biliniyor. Halen Alzheimer’da tanı konulduktan sonra tedaviye başlanabiliyor ancak bu noktadan sonra da tıbbi müdahaleler kesin bir çözüm üretemiyor. Oysa Novartis’in yeni çalışması Alzheimer hastalığı ortaya çıkmadan çok önce, genetik olarak bu hastalığa yatkın kişilerin testlerle belirlenip tedaviye başlanmasını öngörüyor. Araştırmalar, Alzheimer’ı tetikleyen, beyindeki toksik amiloid proteini çökeltisinin potansiyel hastalarda yaklaşık 20 yıl kadar önce başladığını gösteriyor. Bundan dolayı da, toksik birikimi engelleyecek ilacın erken verilmeye başlanması hastalığın tedavisinde büyük önem taşıyor. Novartis’in bu yenilikçi ürününün faz II çalışması tamamlanmış olup, faz III’e geçilmiş durumda.
İsviçreli ilaç devi aynı zamanda, son zamanlarda tıp dünyasının baş gündem maddelerinden immüno onkolojiye de yoğunlaşmış durumda. Bilim dünyası artık kanserin tedavisi için bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi gerektiğine inanıyor. İmmüno onkoloji konusunda Fortune’a açıklamalarda bulunan Novartis Biyomedikal Araştırma Enstitüsü Başkanı Jay Bradner, kanser hücrelerinin maskeli olduklarına, çoğu zaman kendilerini gizleyerek normal hücre gibi davrandıklarına dikkat çekiyor. Ancak yeni bağışıklık sistemi tedavileri tümörlerden daha akıllıca davranarak, hastalarda erken evreli başarılar ortaya koyabiliyor. Kanserde bir diğer çok tartışılan konu da kemoterapiyle ilgili. Kemoterapi kanserde halen yaygın şekilde uygulanan bir tedavi yöntemi olsa da, ne derece verimli olduğu ve ayrıca yan etkileri son günlerde ciddi tartışma konusu. Peki, immünoterapinin güç kazanmasıyla kemoterapi ömrünü tamamlayabilir mi? Jay Bradner bununla ilgili sorumuza, kemoterapinin bazı kanser türleri için uzun bir süre iyi bir uygulama olarak devam edeceğini belirtiyor; kemoterapi özellikle testiküler, lenfoma ve lösemi gibi kanser türlerinde etkin bir uygulama. Bradner, kemoterapinin toksik yönünün daha az toksik ilaçlarla giderilebileceği görüşünde. İmmünoterapinin kemoterapiyle beraber kullanılmasının en iyi sonuçları ortaya koyacağına inanıyor.
Tıbbi olanakların gelişmesi kuşkusuz insan ömrünü uzatıyor ve sağlıklı bir yaşlılık geçirebilmenin formüllerini sunuyor. Ancak olumlu gelişmelere paralel olarak bilim dünyasının hâlâ sırrını çözemediği pek çok hastalık söz konusu. Ne yazık ki bazen yıllarca süren çalışmalar sonuçsuz kalarak, ciddi anlamda emek ve yatırımın boşa gitmesine yol açabiliyor. Kuşkusuz, sağlıkta yaşanan hayal kırıklıkları diğer sektörlerde yaşanabilecek olumsuzluklara kıyasla çok daha sarsıcı ve geniş boyutlu. İşte bu açıdan da, Novartis gibi ilaç sektörü devlerinin yenilikçi tedavilerinin başarısı ya da başarısızlığı dünyanın en ücra köşesindeki insanın hayatını bile ilgilendiren bir nitelik taşıyor.