Futbolun büyük kumarı

0
167

Büyük transferlerle güçlü kadrolar kurup Avrupa liglerinde ilerleyerek para kazanacaklar, futbola küsen sponsorları geri getirecekler, ligde zirvede yer alıp yayın geliri pastasından büyük dilim kapacaklar, taraftarı heyecanlandırıp forma ve kombine satışlarını patlatacaklar… Türkiye’de büyük kulüplerin bahsi bu. Peki, bu bahis borçları gelirlerinin çok üzerinde olan kulüpleri mali açıdan kurtaracak mı?

Futbol giderek bir endüstri olarak devleşirken kulüpleri yönetmek neredeyse holding yönetmekle eşdeğer hale geldi. Ortada kazanılan bir para var ve bu paranın tekrar parasal başarıya dönüşmesi şart. İşte oyunun en büyük kuralı da bu. Futbol ekonomisi, gelir ve giderleriyle, transfer piyasasıyla, reklam ve medya yatırımlarıyla, yarattığı marka değeri ve ligleriyle, bu kurala odaklanıyor.
 
Avrupa futbolunda dönen paradan bahsederken milyar euro birimi artık sıradanlaştı. Avrupa liglerinin büyük beşlisi, yani İngiliz Premier Lig, İspanyol La Liga, Alman Bundesliga, Fransız Lig 1 ve İtalyan Serie A’daki toplam gelirler, Deloitte’un “Futbol Finansı” (Haziran 2015) Raporu’na göre, 2013/14 sezonunda yüzde 15 artışla, 11,3 milyar euro’ya ulaştı. Beş ligin tümü, üç yıl arka arkaya gelir rekoru kırarak, Avrupa futbol pazarını 20 milyar euro’ya taşıdı.
 
Bu rakamlar futbol endüstrisinin tartışılmaz gücünü ortaya koyuyor. Öyle ki, bir futbol kulübünün değeri neredeyse bin tane küçük veya orta boy işletmeyi yan yana koyduğumuzda, ulaşılabilecek parasal büyüklüğe eşit. Avrupa’da birçok takım ciddi paralar kazanıyor. Kazandıkları parayla yaptıkları sportif yatırımları tekrar parasal başarıya dönüştürüyorlar. Bu döngü o kulübün, o ligin marka değerini artırıyor. Marka değeri büyüdükçe, parasal genişleme de artıyor. Bu da beraberinde rekabette üstünlük getiriyor ve döngü devam ediyor.

Bu tablo, Türk futbol endüstrisi açısından ise böyle değil. En büyük eksiklik, parasal gücün iyi değerlendirilemeyişi. Kulüpler mali krizi bol bir atmosferde yaşıyor. Astronomik rakamlara transfer edilen oyuncular, istisnalar bir yana, genellikle kulüpleri borç batağına sokmaktan başka işe yaramıyor. Ağır makyajlı olduğu tartışılan gelir tabloları ve bilançolar şık bir görüntü vermiyor. Finansal çöküşler, dramatik gelişmelerle geliyor ve bu da kulüplerin mali krizini tetikliyor. Üstelik bu tablonun devamı halinde UEFA Mali Fair Play Kuralları kulüplerin üzerinde Demokles’in kılıcı olarak sallanmaya devam edecek. Mali açıdan belini doğrultamayan kulüpler büyük yaptırımlarla karşı karşıya kalacak ve UEFA liglerinde oynamaktan mahrum kalacak ve durum tamamen içinden çıkılmaz hale gelecek.
 
Türkiye’de kulüplerin gelir ve gider dengelerini acilen gözden geçirmeleri gerekiyor. Kulüplerin en büyük gelirleri, naklen yayından geliyor. Reklam ve sponsorluk gelirleri ikinci sırada yer alıyor. Stat hasılatı ve UEFA gelirleri üçüncü ve dördüncü sırada. Kulüplerin giderlerini ise büyük oranda transfer ücretleri ve teknik kadro ücretleri oluşturuyor. Dört büyük spor kulübünün borsa performansı da olumsuz tabloyu net bir şekilde ortaya koyuyor. 

Fortune Borsa Editörü Zeynep Aktaş, spor şirketlerinin borçlarının, gelirlerinin üç katı olduğuna dikkat çekiyor. Aktaş, “Borsada işlem gören spor şirketleri, piyasa değerlerinin de üzerinde borçlanmış durumda. 2014’ün dokuzuncu ayı itibariyle gelirleri 707 milyon TL olan spor şirketlerinin borçları, gelirlerinin yaklaşık üç katı yani, 2 milyar 445 milyon TL. Spor şirketlerinin özsermayeleri ise erimiş durumda ve 964 milyon TL ekside. Türk Ticaret Kanunu’na göre, bu şirketler teknik olarak iflas konumunda bulunuyor. Şirketlerin transferlerini döviz cinsinden yapması, kurdaki hareketlenmelerden olumsuz etkilenmelerine, kur zararı yazmalarına neden oluyor. Dört büyük kulübün yabancı para pozisyonu, 928 milyon TL ekside bulunuyor” diyor. 

Verilere göre, dört büyük spor şirketinin toplam zararı, 389 milyon TL. En yüksek zararı açıklayan spor şirketi, 151 milyon TL ile Fenerbahçe, ardından 117 milyon TL zarar ile Galatasaray geliyor. Aktaş, spor şirketlerinin bu durumdan kurtulabilmesi için sermaye artırımı, maliyetleri düşürme, gelir artırıcı tedbirlerin hayata geçirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. 

Aktaş’ın bahsettiği tedbirlerin, futbol kulüplerinin mali yapılarını normalleştirmeye gönüllü yönetimlerle olabileceğini söylemek mümkün. Mali tablolardaki negatif durumun özeti ise şu: Kulüplerin son yıllarda gelirlerini artırmış olmalarına karşın faiz, kur farkı gibi giderlerinin yanı sıra yanlış transfer harcamaları ile gider artışlarını iyi değerlendiremedikleri yönünde bir tablo ortaya çıkıyor.

Galatasaray Kulübü Divan Kurulu Üyesi Hayri Kozak, bahsedilen zararların en büyük sebebi olarak, yönetimlerin kuruluş şekillerindeki yanlışlıkları gösteriyor. Kulüp yönetimlerinde, genel kurul, divan kurulu ve denetim kurullarının etkin şekilde çalışmadıklarını ve milyonlarca liralık icraatların gerektiği gibi denetlenmediğini söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Asli görevi denetim olan denetim kurullarının adayları, başkan ve yönetim tarafından seçiliyor. Genel kurullar da yönetim tarafından önerilen isimleri oyluyor. Yani denetim kurulları sadece, yönetimin mali ve idari icraatlarını onaylama fonksiyonunu görüyor. Dönem raporlarını titizlikle inceleyip, sorgulamıyorlar. TFF’de durum daha da vahim. Faaliyet raporları ve dev bütçeler 250 civarındaki genel kurul üyesi tarafından tek bir görüşme dahi yapılmadan, adeta hiçbir eleştiri olmaksızın, otomatik olarak ibra oluyor. Bu durum futbolun gerek kulüpler, gerekse TFF olarak kontrolsüz yönetilmesine, dolayısıyla yöneticilerin son derece rahat ve sorumsuz icraat yapmalarına neden oluyor.”

Hürriyet Gazetesi Spor Yazarı Kenan Başaran ise, yaptırımların ve cezaların caydırıcı olabileceğini söylüyor ve şöyle diyor: “Türkiye’deki kulüpler bir şeyi yanlış yapmıyor! Onları yanlış gösteren, kuralların uygulanmayışı. Maliyesi, SPK’sı ve TFF’si kulüpleri doğru düzgün denetler ve kaidelere uymayanlara gereken cezaları verirse, kulüpler idari açıdan bugünkünden çok daha iyi olur. Kulüpler Yasası’nın çıkması gerekiyor. Kulüp yöneticilerine harcamalarda bireysel sorumluluk getirilirse, o zaman para harcarken elleri biraz daha titreyecektir.”

İyi akılla yönetilmenin altını çizen görüşlerin birleştiği bir diğer nokta da Türkiye’de fütursuzca gerçekleşen transferler üzerine. Türkiye’de yıllık transfer harcamaları yüz milyon euro’lara yaklaşıyor. Bu harcamaların önemli kısmı borçlanılarak finanse ediliyor. Kaynağı olmadan yapılan transfer harcamaları, ciddi mali sorunları da beraberinde getiriyor. Dünya Gazetesi Spor Ekonomisi Köşe Yazarı Tuğrul Akşar, transfer piyasasının futbolun en önemli harcama dinamiklerinden biri olduğunu söylüyor. Akşar şu bilgileri paylaşıyor: “Transfer ekonomisi, kulüplerin borçlanmalarını artıran özelliğe sahip. Aynı zamanda ekonomiye negatif dışsallık sağlıyor ve sakıncalar içeriyor. Transfer ekonomisi, kulüplerin bonservis bedelleri üzerinden büyüklüklerini etkiliyor. Yüksek bütçeli transfer yapan kulüplerin takım değerleri yükselirken, o ülke liginin değeri de parasal manada artış kaydediyor.” Akşar, kaynağı olmadan yapılan transfer harcamalarının futbol ekonomisinin borç sarmalına girmesine neden olduğunu söylüyor. Sürdürülebilir büyüme için mutlaka her transferin bütçesinin olması gerektiğini, bütçelerin de sıkı şekilde futbol otoritesi tarafından denetlenmesi gerektiğinin altını çiziyor.

“Kazanılan paraların transferlere ve özellikle araştırmadan yapılan transferlere gittiği doğrudur” diyen Lig TV Spor Yorumcusu ve köşe yazarı Mustafa Sapmaz, Türkiye’de 1994 yılında, Süper Lig’in yayın hakkının satış gelirlerinin 7,6 milyon dolar olduğuna, bu rakamın 2015 yılında 560 milyon dolara çıktığına dikkat çekiyor. Sapmaz, “Bu sadece yayın gelirlerindeki büyüme rakamları. ‘Tek suçlu transfer hovardalığıdır’ demek kolaycılık olur. Oyuncu tarama sistemini kurmayan pazarlama departmanlarını ve stratejilerini geliştirmeyen, uzun vadeli planlama yapmadan yaşayan zihniyet kulüplerin zarar etmesinde daha suçludur” diyor.

Futbolun kar eder hale gelmesi için değişmesi gereken çok şey olduğu açık. Ancak bunlar kuşkusuz, uzun vadeli, zamana yayılacak adımlar. Kulüpler ise kısa vadede tabloyu pozitife çevirmek için bir anlamda bahis oynamak durumundalar. Başını bu sene Fenerbahçe’nin çektiği bu bahis, flaş transferlerle öncelikle bilet, kombine ve forma satışlarını, dolayısıyla buradan gelecek gelirleri artırmak. Yönetim aynı zamanda iyi transferlerin katkısıyla UEFA Şampiyonlar Ligi’nde ilerleyerek ve Süper Lig’de zirveyi elde ederek gelirlerini artırmayı öngörüyor.

Bu bahis ilk aşamada fena ilerlemiyor gibi gözüküyor. Önceki sezon transferde epey tutumlu davranan ve giderlerini artırmama yolunu izleyen Fenerbahçe, Avrupa kupalarına katılınamaması, beklenen sponsorluk anlaşmalarının yapılamaması gibi faktörlerin de etkisiyle gelirlerinde de bir artış yaşayamamıştı. Üstüne sportif başarının da gelmemesi, kulübü bu sene 180 derece farklı bir rotaya yöneltti. Başta Van Persie ve Nani gibi güçlü oyuncuların takıma katılması, kulübün gelirleri üzerinde hemen olumlu etki gösterdi. 26 Temmuz itibarıyla 34 binin üstünde kombine kart satılmış durumda. Bu rakamın 40 bini bulması bekleniyor.

Hedef ise 46 bin satış yapıp, Galatasaray’a ait olan rekoru kırmak. Geçen sene kombine kart satışının 20 bini geçmediği düşünüldüğünde, bu artışın büyük bir kısmının doğrudan transferlerden kaynaklandığını görmek zor değil. Aynı etkiyi forma satışlarında da görmek mümkün. Kısa sürede 51 binin üstünde forma satıldığını belirten kulüp yetkilileri, 2012-13 sezonundaki 500 binlik satış rekorunun kırılmasını bekliyor. Sarı-Lacivertliler, kombinelerden yaklaşık 58 milyon TL’yi kasaya koymuştu. Forma satışlarından ise 2 milyon 500 bin TL’den fazla gelir elde etti.

Bunların yanı sıra, 2014’te yapılan sponsorluk anlaşması gereğince Adidas her sezon Fenerbahçe’ye 8 milyon 500 bin dolar (23 milyon TL) para ödüyor. Bunun da eklenmesiyle gelir yaklaşık 83 milyon 500 bin TL’ye ulaşıyor.

Dünyaca ünlü futbolcuların takıma katılması, sponsorluk anlaşmalarında da kulübün elini güçlendiriyor. Geçtiğimiz sezon reklam alınmayan formaya bu sezon birçok Arap ve Uzakdoğu firmasından teklif geliyor.

Ülker’den de çok cazip bir öneri geldiği konuşuluyor. Forma reklamından yıllık 10-12 milyon euro arası gelir hedefleniyor. Şükrü Saracoğlu Stadı’na isim sponsoru alıp almamak konusunda ise Fenerbahçe bu sene daha ılımlı bir strateji izliyor. Yerli-yabancı birçok şirketin cazip tekliflerle sponsorluğa talip olduğu biliniyor.
Ayrıca bu sezon yabancı oyuncu sayısını artıran yeni kuralın yürürlüğe girmesi, yeni yapılanmada kulübün elini rahatlatan bir diğer etken. Bu sayede yerli oyuncuların yüksek bedelli sözleşmelerinin uzatılmaması, futbolcu maaşları kaleminde yaklaşık 5 milyon euro’luk bir azalma sağladı. Takımdan ayrılan yabancı oyuncuların maaşlarını eklediğimizde bu rakam 10 milyonun üstüne çıkıyor. 

Geçen sezon 20. şampiyonluğuna ulaşarak formasına 4. yıldızı takan ve ayrıca Türkiye Kupası’nı da müzesine götürerek çifte zafer yaşayan Galatasaray ise bunun karşılığını ürün satışlarından zaten almış durumda. Özellikle 4. yıldız konseptli ürünlere taraftarın gösterdiği yoğun ilgi sayesinde yıllardır zarar eden Galatasaray Mağazacılık A.Ş, kâr etti. Mayıs sonundan bugüne kadar GS Store’lar ve internet üzerinden toplam 400 bin adet ürün satışı yapıldı ve 14 milyon TL ciro elde edildi. 400 bin adet ürün satışının 120 bini, dördüncü yıldızlı formalar olurken, 180 bin adet de tişört satıldı. Forma ve tişört dışında 100 bin adet de atkı, bayrak ve kaşkol satışı gerçekleşti.

GS Store Genel Müdürü Ali Öğüdücü’nün verdiği bilgilere göre, GS Store’larda 27 Temmuz itibariyle 100 bin adet forma satışta. Beş gün içinde 30 bin adetin üzerinde forma satıldığını söyleyen Öğüdücü, “Geçen sene ilk 10 haftada 50 bin satmıştık, Bu sene ise ilk dört haftada çok rahat 100 bin adete ulaşabileceğiz” diyor. GS yönetimi, asıl satış patlamasını 4. yıldızlı formalardan bekliyor. Nike’ın ürettiği 4. yıldızlı yeni sezon formaların satışı sürüyor. Gsstore.org ve Galatasaray.org’dan 40 bin forma satışta. Kadrosuna Lukas Podolski’yi de katan Sarı- Kırmızılılar sezonun başlamasına yaklaşık bir ay kala 29 bin adet kombine satışına ulaştı. Hedef ise 52 bin kapasiteli Türk Telekom Arena’da VIP ve loca koltuklarıyla birlikte 40 bin kombine ulaşmak.

Eski yıldızı Quaresma’yı yeniden kadrosuna katan Beşiktaş ise bir önceki sezon 220 bin forma sattı. Geçen sezon ise forma satışlarında 300 bin rakamına ulaştı ve 30 milyon TL kâr elde etti. Reklam ve gelirler konusunda beş yıllık planlar yapan kulüp, bunların karşılığını da aldı ve Vodafone, Adidas, Kalde, IMC ile beş yıllık anlaşmalar yaptı. Vodafone ile (göğüs) 29 milyon dolar, Adidas ile 24 milyon dolar, Beko (sırt) ile 17,25 milyon dolar, Kalde (kol) ile 10 milyon dolarlık anlaşmalar yapıldı. Stat isminden, basketbol takımına, hentbol takımından, engelli takımına kadar aldığı sponsorlukların toplam bedeli yaklaşık 220 milyon doları buldu. Beşiktaş, yeni stadı Vodafone Arena’da açacağı Kartal Yuvası’ndan da önemli bir gelir elde etmeyi hesaplıyor.

Forma satışlarını değerlendiren Mustafa Sapmaz ise 2009-2014 arasında Manchester United ve Barcelona’nın yılda ortalama 1,5 milyonun üzerinde forma sattığını hatırlatıyor. 2009-2014 yılları arasında Avrupa’da kulüplerin yıllık ortalama forma satışına göre sıralamasında ilk 15’te bir Türk takımı yer aldı (Fenerbahçe). Yıllık 325 bin forma sattı. Sapmaz, “Bu sezon Türk taraftar kaliteli ya da istediği oyuncuların transferinden dolayı daha çok forma alacaktır. Fakat o listede üst sıralarda yer alan Mancester United veya Barcelona’nın rakamlarına ulaşmaları zor. Yine de satışlardaki artışın kulüplerin gelirlerini olumlu yönde etkilediği kesin” diyor.

Sponsorluklar açısından üç büyük takımın analizini yapan Kozak, sponsorluk sözleşmeleri dolu olan kulüplerin yeni dönemde buradan çok önemli bir gelir elde edemeyeceğini hatırlatıyor ve şunları söylüyor: “Örneğin Galatasaray stat ismini 10 yıllık sözleşmeye bağladı ve bunun sadece beş yılını kullandı. Nike ile sözleşmesi 10 yıllık. Fenerbahçe’de stat isim anlaşması yok. Bu onlar için ciddi fırsat. Ciddi bedelle uzun vadeli sözleşme yapma imkanları var. BJK da yeni stadının adını uzun süreli bağlamış durumda. Takımlar, reklam mecralarında boş yer yaratabilirlerse bu yıl ciddi rakamlarla reklam sözleşmesi yapabilirler. Ancak bu mecralar da büyük ölçüde dolu.”

Kulüplerin yaptığı transferlerde sponsorluk hesapları da büyük rol oynuyor. Arda Turan’ın Barcelona’ya 41 milyon euro bonservis bedeliyle gitmesi sonrasında Atletico Madrid Başkanı Enrico Cerezo, Türkiye’deki bazı büyük firmaların transferde büyük rol oynadığını iddia etmişti. “Türkiye büyük bir ülke ve Arda bu ülkede tam anlamı ile bir idol haline getirildi. Bazı çevreler Arda Turan’ın Barcelona’da oynamasını istedi ve başarılı da oldular” demişti. Bu ve benzer örnekler, sportif kararlarda sponsorlukların da ne kadar etkili olduğunun bir göstergesi.

Futbolun en büyük gelir kaynaklarından biri de naklen yayınlar. Kulüplerin büyük transferler gerçekleştirirken yaptıkları hesapta, ligde başarı elde ederek yayın gelir pastasından daha büyük pay kapabilmek de var. 2014-15 sezonunda kulüpler yayın geliri havuzundan toplam 788 milyon TL kazandı.

Aslan payı 91,3 milyon TL gelir ile sezonu zirvede tamamlayan Galatasaray’ın oldu. Sezonu ikinci sırada tamamlayan Fenerbahçe ise kasasına 87,7 milyon TL koydu. Lig sonuncusu Balıkesirspor’un kazancı ise 28,6 milyon TL oldu. 366,6 milyon TL puana göre dağıtıldı. 18 Süper Lig kulübüne eşit olarak dağıtılan para miktarı ise 288 milyon TL oldu. Şampiyonluk primi adı altında verilen para ise 87 milyon TL. İlk altıya kalan takımlara da 46, 5 milyon TL ödendi. Süper Lig’de olma hakkı elde eden her kulüp, sezon başında 16 milyon TL ayakbastı parası alıyor. Ayrıca galibiyetlerde 1,2 milyon TL, beraberliklerde ise 600 bin TL kazanıyor. Başarının ödülü bununla da sınırlı değil. Kulüpler, her şampiyonluk için ekstradan 1,5 milyon TL kasasına koyuyor.

Futbolda önemli gelir kaynaklarından biri de stadlar. Avrupa’nın bazı kulüplerinde stat gelirleri azımsanmayacak düzeyde. Barcelona’nın stadını yılda 2 milyon kişi geziyor ve (yılda ortalama) 40 milyon euro’ya yakın para harcıyor. Stadı gezen turistler, sadece tur atmıyor, store’da önemli harcamalar da yapıyor. Türkiye’deki stadları değerlendiren Başaran, “Statların bir çoğu yenilendi. Bu anlamda çok olumlu gidişat var. Statlardaki konfor, teorik olarak taraftarı ‘ailecek’ maçlara çekecektir. Ancak statlar yenilense de Avrupa’daki muadilleri gibi gerçek anlamda 7/24 eğlence vaat eden ortamlar değil” diyor.
 
Güçlü transferler yaparak sportif başarı elde etmek, böylelikle yayın gelirinden daha fazla pay almak, Avrupa liglerinde finale doğru ilerleyerek buradan büyük paralar kazanmak, taraftarı heyecanlandırarak kombine, bilet ve taraftar ürünü satışlarını artırmak… Ve tabii yüksek meblağlı sponsorluk anlaşmaları yapmak… Kulüplerin bu bahsi kazanmaları elbette gelirlerinde sıçrama yapabilir ancak sürdürülebilir ekonomik başarı için daha büyük adımların atılması gerektiği de açık. Bunun için sadece kulüplerin değil, futbolun tüm paydaşlarının el ele vermesi gerekiyor.

Kısa sürede hayata geçirilmesi gereken öncelikler arasına uzmanlar kurumsal yapıların oluşması ve Avrupa’daki beş önemli ligi izleyerek Türk futbolunun kendine en uygun modeli almasını salık veriyor. Kulüplerin mali denetiminin daha sıkı yapılması, önerilen bir diğer yöntem. Giderler içinde büyük yer tutan transfer ücretlerinin azaltılması için ise altyapıdan futbolcu yetiştirilerek Türk futboluna kazandırılması, mali açıdan kulüplere de büyük yarar sağlayacaktır. Türkiye’de menajerlik ve alt yapıdan oyuncu yetiştirilmesi konusunda çalışmalar yapan Batur Altıparmak, Türkiye’de en büyük eksikliğin eğitim olduğunu hatırlatıyor. “Oyuncuyu keşif aşamasında özellikle doğu illerinde büyük organizasyon problemlerinin yanı sıra saha, antrenör, ekipman yetersizliğinden dolayı keşifler sıkıntılı oluyor. İzleme ağının Marmara, Ege, Karadeniz, Akdeniz bölgesiyle sınırlı kalmaması gerek” diyor.

Tuğrul Akşar ise Türk futbolunun nasıl geliştirilebileceğini tartışırken İngiltere’de 1990’lı yıllarda atılan adımları hatırlatıyor. O dönemde yapısal bir değişimin yaşandığını ve bunun bütün kulüpleri ileriye taşıdığını söylüyor. “Futbola en büyük zararı veren teşvik, şike, rüşvet ve şiddet gibi anti-futbol ögeleri futbol dünyalarından çıkardılar ve bu konularda sıfır toleransa yöneldiler. Statların konfor ve güvenliklerini artırıp standartlarını yükselttiler. Statların ekonomik getirileri maksimize olacak şekilde dizayn edildi” diyor. Akşar’a göre bütün bu yapısal önlemler Türkiye’de de hayata geçirilebilir ve geçirilmeli. Avrupa’yı hedefleyen kulüp sayısı artıkça, futbol ekonomisinin pozitife döndüğü yıl belki de 2016 olabilir.