Ekonomi rotasını arıyor

0
38

Erken seçimin ardından yeni hükümete çok iş düşecek. Yüksek enflasyon ve cari açık çözüm beklerken, yükselen kurun dengelenmesi gündemde yer almayı sürdürüyor. Dışarıda ise ABD-Çin ticari savaşları, jeopolitik riskler ve FED’in faiz artışları dalga boylarını artıracak gelişmeler. Bu dönemde temkinli hareket etmekte fayda görünüyor.
  Türkiye bahar aylarına sıcak bir gündemle başladı. Şok erken seçim kararı siyasi cephede tansiyonu artırırken, “Başkanlık Sistemi”ndeki ekonomik modelin ne olacağının henüz netleşmiş olmaması gözleri seçim sonrasına çevirmiş durumda. Bilindiği gibi ekonomi geçtiğimiz yıl KGF desteğiyle yüzde 7.4 oranıyla beklentilerin oldukça üzerinde büyüdü. Bu büyümenin sürdürülüp sürdürülmeyeceği tartışılırken diğer yandan ekonominin ısınıp ısınmadığı kaygıları dile getiriliyor. Seçim sonrasında yatırımların bir anda artmayacağı aşikar. Erken seçim kararını olumlu karşılayan iş dünyası, yeni kurulacak hükümette ekonominin aktörlerinin kimlerden oluşacağı ve açıklamalarının önem kazanacağını belirtiyor. Şu anda “temkinli-iyimser” olarak niteleyeceğimiz iş dünyası planlarını seçim sonrasına göre yapıyor.
   Diğer taraftan hükümet ekonomiyi desteklemek adına teşvikler de devreye aldı. Proje bazlı teşvik sistemi kapsamında 135 milyar lira tutarındaki 23 projeyle yaklaşık 35 bin kişiye doğrudan, 134 binden fazla kişiye dolaylı istihdam yaratacak teşviklerin ardından geçtiğimiz yıl olduğu gibi konut ve mobilya sektörüne yönelik de destekler de gündemde. Enflasyona odaklanan Merkez Bankası sıkı para politikasını sürdürüyor. Türkiye’nin reel faiz vermesi de yatırımcılar açısından cazibesini koruyor.
    İçerideki gündem siyasete odaklansa da dışarıdaki hava değişmiş değil. FED’in faiz artışları, ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşları, Suriye ve İran ile ilgili gelişmeler nedeniyle zor bir küresel konjonktür bulunuyor. ABD 10 yıllık tahvil faizlerindeki yükseliş de yatırımcılarda tedirginlik yaratıyor. Piyasalarda beklenmedik olayları tanımlamak için kullanılan “siyah kuğu” teriminin bu yıl sık sık gündeme geleceği görülüyor. Yani, beklenmedik ve ani gelişmeler ortaya çıkabilir. Bu nedenle ekonomideki büyüme ivmesinin devam edebilmesi için yeni bir hikâye yazacak adımların atılmasına ihtiyaç bulunuyor. Uzmanlar, yeni hükümetin geçmişte olduğu gibi ekonominin rotasını Avrupa’ya çevirmesi ve Avrupa ülkeleriyle ilişkilerin canlandırılması gerektiğine dikkati çekiyorlar. Bu yapılmadığı takdirde yurtdışındaki gelişmelerin  de etkisiyle dalgalanmaların boyunun artacağı uyarısında bulunuyorlar. Diğer taraftan enflasyon ve cari açık başta olmak üzere ekonominin kırılganlıklarının aşılması konusunda adımlar atılması gerektiğini dile getiriyorlar.
Geçen yıl Türkiye ekonomisinin büyümesinde mali teşvikler ve çok yerinde bir uygulama olan Kredi Garanti Fonu teminatı ile KOBİ’lerin desteklenmesinin etkili olduğunu hatırlatan Denizbank Hazine ve Finansal Kurumlar Grubu Genel Müdür Yardımcısı Bora Böcügöz, “Bu yıl ise hem devlet teşviklerinin daha seçici hale getirilmesi hem de teşviklerin bir miktar hız kesmesi ile 2017’deki rekor büyüme hızının bir ivme kaybetmesini, ancak yüzde 5 civarında güçlü seyrini korumasını bekliyoruz” diyor. Maliye politikasındaki gevşemeye karşın verilen desteklerin olumlu etkilerin bütçe gelirlerine yansımasıyla bütçe rakamlarının da uluslararası kriterlere uygun seviyelerde kalmaya devam ettiğini belirten Böcügöz ekonomik verilerle ilgili şu değerlendirmede bulunuyor:
“2017 sonu itibarıyla yüzde 1.5 seviyesinde olan bütçe açığı AB kriterlerinin altında ve kamu brüt borç stoku da yüzde 28 ile oldukça düşük seviyede. 2018 yılında bu trendin devamını bekliyoruz. Yılsonunda bütçe açığı GSYH oranının yüzde 2 seviyesinde olması beklenebilir. Cari açık ise ekonomideki hızlı büyüme ve enerji fiyatlarındaki yükselişle artmaya devam ediyor. Ancak Avrupa ekonomisindeki toparlanmanın dış talebe olumlu etkisi ve turizm sektöründeki toparlanma bu artışı dengeleyecektir. 2017 yılsonunda yüzde 5.6 olan cari  açığın milli gelire oranının bu yıl yüzde 6-6.5 aralığına çıkması beklenebilir. Çift haneli seviyelerde seyreden enflasyonda da TL’deki değer kaybı ve kurdaki volatilite sebebiyle hızlı bir iyileşme zor gözükmekte. Enflasyonun yılsonunda yüzde 9.5 seviyesinde olabileceğini öngörüyoruz.”

TİCARET SAVAŞI FED’İN FAİZ ARTIŞINI TÖRPÜLEYEBİLİR
Bu arada, yurtdışında da gündem oldukça yoğun. Bir yandan, ABD-Çin ticari savaşları. Diğer yandan, Suriye ve Irak ile ilgili jeopolitik gelişmeler. Yurtdışı  piyasalarda FED’in para politikasını sıkılaştırma adımları ve Trump’ın seçim öncesi vaat ettiği maliye ve vergi politikalarının etkilerinin takip edildiğini kaydeden Bora Böcügöz, “Kur hareketine bağlı ticaret savaşları FED’in 2018 yılında toplamda dört adet faiz artışı yapacağı beklentisini törpüleyebilir. Bu gelişmekte olan ülkeler için kısmi bir rahatlama getirebilir. Avrupa’da ise toparlanan sanayi üretimi ve artan emtia fiyatlarına rağmen enflasyonda kalıcı bir iyileşme görülmeden faiz artışı gelmesi zor, piyasalarda hali hazırda eylül ayında sona erecek bono alımlarının 3 ila 6 ay arasında uzatılması beklentisi var” değerlendirmesinde bulunuyor.

ÖNCELİK BÜYÜME VE İSTİHDAMDA
İş Portföy Genel Müdürü Tevfik Eraslan da, sistem değişikliğinin miladı olacak böylesine önemli bir seçim öncesinde ekonomi yönetiminin büyümeyi ve istihdamı önceliklendirdiği bir dönemden geçildiğini belirtiyor. Eraslan, “Jeopolitik gelişmeler ve 2016 Temmuz ayında yaşanan darbe girişimi neticesinde güçlü bir büyüme oranı yakalamanın ancak, destekleyici politikalarla mümkün olabileceği görülmekteydi. Bu politikalarla 2017 yılında büyüme anlamında çok başarılı sonuçlar elde edilmiş olsa da, enflasyon, cari açık, yüksek faiz ve zayıf TL gibi yan etkilere katlanmak gerekmişti. Seçimin normal takviminde yapılması durumunda bu alanlarda düzeltme yaşanması kısa sürede mümkün olamayabilirdi” diyor. Ekonominin enflasyon ve dış dengede düzeltmeye izin verecek şekilde bir dengelenme yaşayabilmesinin yolu ancak büyüme oranında bir miktar düşüşe izin vermekten geçerken, seçim süreci bu politikayı bir alternatif olmaktan çıkarıyordu. Eraslan, “Dolayısıyla, seçimin kısa süre içerisinde neticelenmesinin, politikaların yeniden uzun vadeye ve sürdürülebilir bir büyümeye odaklanmasına imkân tanıyabileceğini değerlendiriyoruz” diyor.
“2017’de büyümenin yüksek seviyelere ulaşmasında etkili olan KGF, mali teşvikler ve ihracattaki ivmelenme olarak özetlenebilecek üç bileşenin hepsinin bu yıl büyüme hızının yavaşlaması yönünde etki edeceğini düşünüyoruz” diyen Eraslan şöyle devam ediyor: “KGF portföyündeki düşüşün de etkisiyle kredi büyümesi hali hazırda yüzde 20’lerden yüzde 17’lere gerilerken, bankaların bu yıl için yüzde 10- 13 aralığını hedef gösterdikleri izleniyor. Merkezi yönetim bütçe açığında 2018 yılında genişleme öngörülmekle birlikte ekonomiye bu kanalla verilebilecek ivme 2017’ye göre daha kısıtlı olacak. İhracat ise en büyük ortak olan Avrupa’da büyümenin yüksek seviyelerde istikrar kazanması sebebiyle daha fazla ivmelenmemekte, hatta bir miktar hız kesmekte. 2018 yılının ilk çeyreğinde yüzde 6-7 GSYH büyümesinin mümkün olduğunu öngörmekle birlikte, yılın kalanında yavaşlama olacağını ve bunun sinyallerinin gelmeye başladığını değerlendiriyoruz. Bizim büyüme beklentimiz yüzde 4 seviyesinde olurken, risklerin hafif yukarı yönlü olduğunu düşünüyoruz.”
Büyümedeki yavaşlamaya rağmen, yıllık TÜFE enflasyonundaki iyileşmenin sınırlı kalacağının tahmin edildiğini ifade eden Eraslan, “Türk lirasındaki değer kaybının sürmesinin ve emtia fiyatlarındaki yükselişin yanında, enflasyonun uzun süredir çift haneli patikaya oturmasının getirdiği katılık ve talep koşullarının enflasyondaki düşüşe fazla destek vermemesi, enflasyon görünümü açısından iyimser olmayı zorlaştırmaktadır. Bizim sene sonu beklentimiz yüzde 9,7 seviyesindedir” diyor.
 2017 yılında altın ithalatı ve enerji faturasındaki artışın yanında, iktisadi faaliyetin hızlanmasına bağlı olarak çekirdek cari dengede de bir bozulma yaşanmıştı. 2018’in ilk aylarında bu eğilim belirginleşerek devam ediyor. Eraslan, altın ithalatının normalleşmesi durumunda cari açığın sene sonunu mevcut 53 milyar doların belirgin şekilde altında tamamlaması mümkün olabileceğini kaydediyor.
 
DÖVİZ RİSKİ ALMAKTAN KAÇINMALI
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burak Saltoğlu da 24 Haziran’a kadar faiz tartışlarının sınırlı yaşanmasının kur üzerindeki baskıyı azaltacağını belirterek, “Bu süreçte ekonomideki temel sorunlara dokunmak ve reform çalışmalarının yapılması imkânlı görünmüyor. Enflasyonun ise hâlâ bir risk olarak devam edeceğini öngörebiliriz. Seçime çok kısa bir süre varken daha büyük çaplı bir dezanaflayonist süreç mümkün görünmüyor” diyor.
Seçime kadar çok ciddi yatırım kararları almanın faydalı olmayacağı uyarısında bulunan Saltoğlu şu öneride bulunuyor: “Zira gelecek bir kaç aylık sürede daha çok iç politika riskleri oluşabilecek. Şu aşamada döviz riski almak zorunlu olmadıkça kaçınılmalı. Şirketlerin nakitte kalmasında yarar var. Mevduat ve bono faizlerinin yüksekliği de bireylerin kısa vadeli yatırım yapmaları için önemli.
 Seçim sonrası ortaya çıkacak ortam geçmiş dönemlerden farklı olacak. Orada oluşacak ekonomi yönetimin ve büyüme stratejilerini piyasalar seçim sonrası izleyecek. Özetle, alınan erken seçim kararı makroekonomik risklerimizi haziran sonrasına öteledi. Yatırımcılar, seçim sonrasında oluşacak ekonomi yönetimi kadrolarının mevcut büyüme, cari açık, enflasyon gibi sorunları nasıl çözeceğine bağlı olarak yatırımlarına yön verilebilirler.”
 
 EKONOMİ İTHALAT BAĞIMLILIĞINDAN KURTULMALI
Hatırlanacağı gibi 2016’da yaşanan ekonomik, siyasi ve güvenliğe ilişkin krizlerden sonra 2017 yılında Türkiye ekonomisinin kuvvetli bir büyüme göstermesi, şirketler açısından yurtiçi satışlarının arttığı bir ortam oluşturdu. Bununla birlikte, gerek Avrupa ülkelerindeki toparlanma, gerek küresel ticaret hacminin artması da ihracatçı şirketlerin satışlarında artışı beraberinde getirdi. “Fakat 2017 yılında ihracat yüzde 10 artarken ithalat yaklaşık yüzde 18 oranında yükseldi” diyen ticari alacak sigortası şirketi Coface’ın ekonomisti Seltem İyigün, bu yılın ilk iki ayında da durumun değişmediğini söylüyor. Ocak-şubat döneminde ihracat önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 9,8 arttı ancak, aynı dönemde ithalat yüzde 28,8 yükseldi. Bu  oranların içinde altın ticaretinin de etkisi bulunuyor. Altın etkisi çıkarıldığında yılın ilk iki ayında ihracatın yüzde 15, ithalatın ise yüzde 23.5 artmış göründüğünü ifade eden İyigün şöyle devam ediyor:
“Ancak oranlar daha iyi olmasına karşın yine de ekonomideki ithalat bağımlılığını ortaya çıkartan bir tablo ile karşılaşıyoruz. Kurdaki ve faizlerdeki artışla birlikte, şirketlerin döviz cinsi borç yükü ve borç maliyetleri de artıyor. Uzun zaman döviz kurlarının düşük seyretmesi, dolar ve euro faizlerinin TL cinsi kredi faizlerine göre çok düşük seviyelerde olması ve proje finansmanlarının daha çok uzun vadeli yabancı para cinsinden krediler ile yapılabilmesi, şirketlerin borçluluklarını artırdı. 2014 yılının son çeyreğinde en yüksek seviyesi olan 135 milyar dolara ulaşan özel sektörün kısa vadeli dış borcu,  
 
2016 yılının başında azalarak 110 milyar dolara düşmüştü. Ancak son dönemde yeniden artış trendine girerek 2018 yılı şubat ayı itibarıyla 123 milyar dolara ulaştı. Artan borçlar, küresel likiditenin daha kısıtlı ve pahalı gelmeye başladığı içinde bulunduğumuz ortamda firmalar açısından ciddi kur riski oluşturuyor.”

RİSK YÖNETİMİ ÖNEM KAZANIYOR
Şirketlerin bu dönemde risklerini azaltmak için birçok yöntem kullandığı bilgisini veren Seltem İyigün, “Bunların arasında alıcılara ilişkin bilgi toplamak, peşin ödeme almak, ticari alacak sigortası ürünleri kullanarak alacaklarını garanti altına almak gibi yöntemler bulunuyor. Yurtiçi ve yurtdışı risklerin, bölgesel belirsizliklerin arttığı bu dönemde risk yönetimi çok önem taşıyor. Nitekim bazen tahsil edilemeyen bir alacak bir firmanın tüm nakit akışına olumsuz etki ederek iflas riskine kadar uzanan bir süreci başlatabiliyor. Yabancı para geliri olmayan şirketlerin yabancı para kredi kullanmamaları ya da kur risklerini çeşitli finansal türev ürünler kullanarak yönetmeleri de riskleri kontrol altında tutabilmek adına kullanılan yöntemler arasında sayılabilir” diyor.
Bilindiği gibi Türkiye’nin kemikleşmiş ihracat pazarı Avrupa Birliği olarak öne çıkıyor. Avrupa’daki büyümenin kuvvetli bir şekilde devam etmesi, önümüzdeki dönemde ihracat potansiyelinin artabileceğine işaret ediyor. “Coface olarak 2017’de yüzde 2.4 büyüyen Euro Bölgesi’nde büyümenin 2018 yılında yüzde 2.1 olmasını, Avrupa genelinde  ise ekonominin 2017’de yüzde 2.6 büyüdükten sonra 2018’de yüzde 2.3 büyüyeceğini tahmin ediyoruz” diyen İygün, uzun yıllar bu firmalar ile ihracat ilişkileri içinde olan Türk şirketlerinin artık bu bölgelerdeki firmaların iş yapış şekilleri, ödeme vadeleri, kalite beklentileri gibi konularda ayrıntılı bilgiye sahip olduğunu belirtiyor. Öte yandan, küresel büyüme ve ticaret hacminin artmasına paralel olarak başka pazarlar da öne çıkmaya başladı. İyigün, bu durumun Türkiye’nin ihracat pazarlarının çeşitlenmesi açısından olumlu karşılanabileceğini söylüyor. İyigün’ün verdiği bilgiye göre, tekstil, giyim, otomotiv, çelik, çimento, metaller, kimya, elektrik ve elektronik gibi sektör ve ürünler için AB en önemli pazar konumunda bulunuyor. Bu bölgeyi Amerika ve Ortadoğu takip ediyor. Madencilik, mobilya, mücevher, yaş sebze ve meyve gibi sektörlerde ise daha çok Asya ve Ortadoğu ülkelerine yapılan ihracatlar ön plana çıkıyor. Afrika da gerek yer altı kaynakları gerek birçok ürün pazarında hâlâ bakir olması açısından yüksek marjlı fırsatlar sunuyor. Ancak kişi başı gelirin hâlâ çok düşük olması nedeniyle ödemelerde sorunlar yaşanabiliyor ve bölgede siyasi riskler mevcut.