‘Bedelliyi, uzman orduya geçişin bir adımı olarak görmek lazım’

0
33

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, bedelli askerlikle ilgili, “Türkiye’nin uzman orduya geçiş süreci, aslında bu onun bir adımı olarak görmek lazım. Bu arada da birikmiş olan talebi belki son bir kere eritmekte fayda vardı” dedi.

Kurtulmuş, NTV’de katıldığı programda soruları yanıtladı ve gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Bedelli askerlikle ilgili soru üzerine Kurtulmuş, bu konuda toplumsal bir talep olduğunu belirtti.

Kurtulmuş, “Esas mesele sadece bedelli askerlik değil, Türkiye’de askerlik sisteminin bir reform süreci içerisine girmesi. Zaten bu Yüksek Askeri Şura’da da diğer platformlarda da konuşulan bir şey” diye konuştu.

İyi, kuvvetli ordunun çok sayıda askeri bulunan ordu anlamına gelmeyeceğini ifade eden Kurtulmuş, şunları söyledi:

“Evet Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı bütün gençlerimiz kısa bir süre askerlik yapsın, askerlik sistemi daha da kısalabilir. Hatta burada üniversite mezunu ile ilkokul mezunu arasındaki 12 sene mezun olacak çocuklar arasındaki fark da kaldırılabilir ama gençlerimizin hepsini bir türlü askere alırız kısa süre içerisinde. Bu insanların hayatında milattan önce-sonra gibi askerlik öncesi sonrası bir ayrım ortada kalmaz. Sonuçta Türkiye’nin uzman orduya geçiş süreci, aslında bu onun bir adımı olarak görmek lazım. Bu arada da birikmiş olan talebi belki son bir kere eritmekte fayda vardı. Bu anlamda da bir toplumsal talep ortadaydı. Bunun artıları, eksileri var. Bunu biz de biliyoruz ama sonuçta siyaset genel ortalamanın talepleri çerçevesinde ve Türkiye’nin ihtiyaçları çerçevesinde. Burada TSK ile ordunun ihtiyaçlarını dile getirmiştir. Onların da sonuçta onayıyla böyle bir karar çıktı.”

“Bu son mu olacak?” sorusu üzerine Kurtulmuş, “Son olmalıdır. Bundan sonra aslolan TSK’nın reform sürecine girmesidir. Güçlü bir askeri savunma teknolojisine sahip, bunu kullanma becerileri yüksek olan, uzman bir orduya sahip bir orduya geçişin adımları atılmalıdır” ifadesini kullandı. 

“Mühim olan sistemin değişmesidir”
Anayasa Mahkemesi’nin seçim barajıyla ilgili hak ihlali başvurusunu görüşeceği hatırlatılarak, tartışmaları nasıl değerlendirdiği sorulan Kurtulmuş, siyasi hayatı boyunca şahıslar üzerinden konuşmadığını söyledi.

Kurtulmuş, “Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanının geçmiş davranışlarına baktığınız zaman özellikle parti kapatma konusunda demokrat bir tavır sergilediğini biliyoruz. Fakat burada hele seçime çok az bir süre kala böyle bir başvuruların gündeme alınmış olması da manidardır. Açıkça ifade etmek isterim. Esas mesele biz maalesef şunu yapıyoruz, şahıslar üzerinde konuşuyoruz. Ancak, mesele şahısların değişmesi değil, mühim olan sistemin değişmesidir” diye konuştu.

Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu dile getiren Kurtulmuş, “Bu düstur Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu prensiplerinden birisidir ama 1960 darbesinden sonra, 61 Anayasası ve 82 Anayasası aslında ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ tezini bir türlü kısıtlamıştır, daraltmıştır” dedi.

Numan Kurtulmuş, “Dolayısıyla tartışacağımız şey, bireysel başvurulardan daha önemli olan şey, hala ortada var olan anayasa mahkemesi sisteminin bir darbe anayasası mantığının sonucu olduğudur. Tabii ki yüksek yargı olmasın demiyorum ama sonuçta yasamayı kontrol yetkisine sahip olmamalıdır, yasaların anayasaya uygun olup olmadığını tartışmalıdır” değerlendirmesinde bulundu.

Kurtulmuş, “Yeni Türkiye”nin mutlaka “yeni bir anayasası” olması gerektiğini vurguladı. 

“Hakimiyeti Milliye’nin de millete verilmesi” gerektiğini dile getiren Kurtulmuş, yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız olması ve ayrıca millet denetimine de açık olması gerektiğini söyledi. 

Çözüm süreci ve alevilerin talepleri
Çözüm sürecine yönelik soruları da yanıtlayan Kurtulmuş, sürecin büyük bir kısmının tamamlandığını ve çok zor ama küçük bir kısmının kaldığını bildirdi. 

Büyük bir risk aldıklarını ve hiçbir zaman “siyasi rant” elde etmeyi amaçlamadıklarını ifade eden Kurtulmuş, 6-7 Ekim olaylarının, “kim çözüm sürecini engellemek isterse önce bölge halkı tarafından lanetleneceğini” gösterdiğini belirtti.

Kurtulmuş, “Süreç test edilmiş oldu, bizim bundan sonra hızlı bir şekilde adımlarını atmamız gerek” dedi.  

“Öcalan ne istiyorsa yapılıyor” algısına yönelik bir soru üzerine Kurtulmuş, böyle bir şeyin söz konusu olmadığını vurguladı. 

Kurtulmuş, Alevilerin talepleri ve buna yönelik çalışmaların hatırlatılması üzerine ise en zor şeyin, devletin zihniyetinin değişmesi olduğunu dile getirdi. 

Kurtulmuş, şunları söyledi:

“Bütünüyle değişti mi? Bunu söylemiyorum ama sonuçta çok büyük merhale katettik. Biz Sünniler ve Aaleviler, Türkler ve Kürtler, bu ülkenin farklı insanları, ilk sefer karşılaşmıyoruz ki. Sanki ilk sefer karşılaşıyormuşuz gibi bu meseleleri derin hale getiren eski devlet zihniyetinin o derin ideolojinin ortaya çıkarmış olduğu çatlaklardır, şimdi bunları tamir ediyoruz. Sayın Başbakanımızın Tunceli’de samimi olarak ortaya koyduğu anlayış da odur. Bu Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ne kadar Sünninin ise eşit bir şekilde de Alevi yurttaşımızındır.” 

Cemevlerinin inanç merkezi olarak tanımlanması konusu
“Cemevlerinin inanç merkezi olarak tanımlanması konusunda bir karar var mı?” sorusu üzerine de Kurtulmuş, “Bunun üzerinde zaten çalışılıyor, belli bir noktaya gelindi. Mesela, bir takım belki Alevi yurttaşlarımızın Alevilik kimliğini, kültürünü öğrenebilecekleri imkanların yine milli eğitim sisteminin içine bunların konulması gibi, zaten çok fazla talep yok” dedi. 

AİHM’nin cemevleri ile ilgili verdiği kararının hatırlatılması üzerine de Kurtulmuş, Avrupa’nın mezhebe bakışı ile Türkiye’deki Alevilik ve Sünnilik meselesinin teolojik olarak bir birinden farklı olduğunu bildirdi. 

Kurtulmuş, şunları kaydetti:

“Avrupa’da bir Katolik ile bir Protestan arasındaki fark, sadece bizdeki Alevi ile Sünninin İslam inancı içerisindeki farklılığı değildir. Farklı bir din gibi görünür, Protestanlık, Katoliklik. Alevilik de İslam inancının bir parçasıdır. Sünnilik de İslam inancının parçasıdır. Başka yorumlar da. Din tanımları ve mezhep tanımları, bizde de Batı dünyasında da tamamen farklıdır. Bu kararı veren hakimlerin büyük bir kısmı Alevilik, Sünnilik deyince, Katoliklik ve Protestanlık gibi iki farklı din karşısında var zannediyor. Hayır, Türkiye’de asırlardır birlikte yaşayan, bir kısmı Alevi olan, bir kısmı Sünni olan Müslüman bir ahali vardır.”